Korkmayın açık denizlerde sizi batıracak dalga yoktur. Sığ sulardır hep bir tekneyi alaşağı eden. Kaybolmaktır en kötüsü denizlerde, fenerlere güvenin. Buyrun deyin lafınızı, lafla yürüsün peynir gemileri bu kez.





Siluet-10

>> 19 Ağustos 2008 Salı

Bir cumartesi günü, ağustos sıcağında bir gün. Gene Burgaz adaya demirlemişiz üçümüz, ben gölgem ve de siluetim. Güneş batmaya daha zamanı olduğu anlarda siluetimin zayıflığı ile alay ediyor gölgem. Vapurdan inip Barbaya doğru yürürken, önümde yürüyen iki adamın hallerine takıldım. İki zayıf benden, iki omuzları hafifçe düşük. Öylece yürüyorlar sarmaş dolaş çiftlerin arasında. Adamlardan biri nerede olduğunun çok farkında adımları hedefine yönelik, diğeri onun peşine takılmış. Garip vapurda da hemen yanımda oturdular ve hiç konuşmadılar sadece bir yere giden ve o yere vardıklarında anlam bulacaklarmış gibiydiler. Belki unutulan belki hep yaşanmak istenenleri yaşamak, kim bilir.
Garip bir tesadüf, yollarımız aynı sanki aynı yere gider gibiyiz, Barba’nın önüne geldiğimizde şortlu adam iki kişiyiz dedi garsona. Garson;
- Ağbi hafta sonu malum yer ayırttınız mı.
- Ne yani iki kişilik yeriniz yok mu?
- Yok valla ama dur halkla ilişkiler müdüremize sorayım
- Ne halkla ilişkiler müdüresi, ulan sizde mi sosyeteye kardınız.
- Aaaa evet ağbi.
- Ulan ben buranın eski müşterisiyim şimdi sezon ve hafta sonu diye mi yani.
Halkla ilişkilerden sorumlu kadın elinde telefonu hararetli bir konuşmanın nihayetinde bizimkilere döndü;
- Yerim, sadece şu köşe var.
- Tamam olur zaten orası benim istediğim yer, hep orada otururum ben.
İşte buna sinirlendim, ne demek yahu ben hep orada otururum orası benim yerim ulan. Gölgem sinsi sinsi güldü kaldırımda. Siluetimse tüm zayıf silikliği ile ardımdan fısıldadı;
- Adanın tek yalnızı sen misin?
- Hadi oradan ya, benim yerim orası, bu kokoş kadın benim yerimi niye bu adama verdi ki şimdi, onun yeriymiş tapulu malı sanki.
İki adam benim yerime kurulurken ben yer bulabilmenin derdine düştüm bu kez, halkla ilişkilerci hanıma bir kişiyim dedim (Diğerleri mi, söylemeye sanırım gerek yoktu) Hanım, tüm kibarlığı ile yerinin olmadığını eğer istersem ve beylerde kabul ederse yanlarına oturabileceğimi söyledi. Beyler, elbette dediler ve ben de benim de olan köşeye sığıştım.
- Sefanız olsun beyler, eh hafta sonu malum sezon, bulduğumuzla yetineceğiz artık.
Şortlu olanı hemen karşı çaprazımda oturuyor, diğer daha da zayıf olanı ise benim yanımda. Şortlu olan beni uzun bir süzdükten sonra, sesinin tonuna ben bu alemdenim tınısını takarak;
- Evet ne yazık ki öyle sefa geldiniz masamıza. “Bazen caba göstermeye çalışmak daha çok caba gerektirir”* Böylesi de güzel.
Siluetimin batan günle karşıma dikilip durduğunu görünce afalladım bunu ilk kez yapıyordu.
- Sus ve bu kez sen dinle, unutma her duyduğun senin hayatına kattıkların ve her duyduğun senin.
Yanımdaki adam;
- İyi ki getirdin beni buraya , ne zamandır böylesi keyifli bir yere gitmedim. Biliyor musun önümüzdeki ay evlilik yıldönümümüz onu buraya getireyim o da çok sever.
- İyi yaparsın, “mutlu olmak iyidir, ama çok zordur”* bunlar yapılırsa aslında kolaydır.
- Neleri kaçırdık değil mi, bir hayat gailesi girdabında sürüklenerek, oysa neleri umut etmiştik. Neler yapacaktık ama sadece sürüklendik. Sıkıldım artık ve ufacık keyifler almak hakkım olduğuna inanıyorum.
Şortlu adam gözlerini adadan gelen vapura doğru dikmiş vaziyette, söylemek istediklerini susturarak. Daha çok da kıskançlığını;
- Bak, İstanbul da şu resmi başka hiçbir yerde bulamazsın. İstanbul dur şu vapurla, ama İstanbul değildir. Burasıdır ama başka her yerdir. Yeşil, mavi, beyaz. Sana bir şey söyliyeceğim. Hemen hemen sınırdayım. Bir adım daha gerim yok benim. Kağıda nefis kıvraklıkla yazan bir kalem gibiyim. Kağıda dokunmayı onda izimi bırakmayı seviyorum. Kağıtsa keyifli, onu zedelemeden izlerime sahip oluyor. Yeniden yazmak çok güzel, bunun keyfindeyim hayatı daha iyi anlıyorum belki gidenlerim için çok geç evet ama benim için inan geç değil.
- Bazen birbirlerini seven insanlar birbirlerini sefil ederler.* Sizde bunu yaşadınız. İkinizde ayrı yollara koyuldunuz. Bu zor ikiniz içinde. Yaşanılması gerekli, belki bizden daha cesursunuz bitişlerde var oluyorsunuz. Ayaklarınız sizi birbirinize getirene kadar bu böyle.
- Evet bir yere kadar haklısın dostum. Sefil ettik. Sefil olduk. Ama yanılıyorsunuz ayaklarımız birbirimize doğru değil. Ben kendi yoluma o kendi yoluna yürüyor.
- Bu denli emin konuşma.
- Çok fazla eminim…
- …
Siluetim, karşıma dikildi. Niye bir ifadesi yok ki onun niye tümüyle ifadesinde bulmalıyım ki, niye mimiği yok. Şu an çok işime yarardı doğrusu…
- Duydun mu, mantıkla dostların istekleri aynı olamayabiliyormuş. Bazen dostların mantığı senin isteklerin, bazense tam tersi.
- Hayat bunların sentezinde akıyor merak etme silik şey biliyorum.
- Hani umut etmek acı verirdi
- Veriyor işte, umut etmeyi silmiş bir adam değil mi, o?
- Hayır bence değil. Bence o yolunu bilen ve bu yolda yürüyen ve eski bir ruhu yeni bir ruhla sevmeye aç bir adam.
- Nereden çıkarttın bunu. Adam kendi yolunda yürüyor ve adımları hiçte ona doğru değilmiş.
- Aynı yere dönen adımlar aynı taşlara takılmaz mı sence. Onun da bir silueti var ve dikkatlice bakarsan onda asıl onu görürsün.
Masaya döndüm, iki dosta doğru kadehlerimi kaldırarak şerefinize dostlar dedim. Şerefinize. Son zamanlarda birbirinize doğruları söylemek gibi bir zamanınız olduğu için şanslısınız. Özledikleriniz sizinle olsun e mi…


* Bu dialoglar "Conversations with other women" filminden çalınmıştır. Ama diğerleri benim ha...

Read more...

Bir Başka Beden de

>> 18 Ağustos 2008 Pazartesi

Ellerini verir misin bana sadece iki dakikalığına...Benimkiler kalsın şimdilik bi kenarda...Nasıl oluyor merak ediyorum senin ellerinde hayata dokunmak...Nasıl oluyor her şeyi baştan yaratmak...Ellerinin değdiği her şeyi nasıl güzelleşiyor merak ediyorum...Ellerin benim olsun iki dakikalık...Ben de güzelleştireyim dokunduklarımı ,bende anlayayım parmak uçlarımda dünyanın ruhunu...Bırak senin ellerinde kendi ellerimi seveyim...

Gözlerini verir misin bana sadece iki dakikalığa....Benimkiler kalsın kenarda zaten senin gibi bakamadıkları için anlamları yok belki de...Merak ediyorum basit cisimlerin nasıl gözlerinin ışığında muhteşemleştiğini,merak ediyorum nasıl her şeye gözlerinin okşayarak sevgi ile baktığını...Senin oldukları için mi daha güzel geliyor hayat,yoksa ben mi bakmayı bilmiyorum senin gibi...Senin gözlerinin içindeki renk sadece pembe mi?

Ayaklarını verir misin bana iki dakikalığına...Dünyayı senin adımlarınla dolanmak istiyorum...Merak ediyorum ayaklarının parmak uçlarında hissettiğin hayata bağlılığını...Merak ediyorum senin oldukları için mi bu kadar sağlam bastıklarını...Benimkiler dursun kenarda.Söz incitmeyeceğim ayaklarını hor kullanmayacağım onları,sadece iyiye, güzele giden yolları adımlayacağım...Zaten ayaklarının ezberindedir güzelliğe giden yollar, senin adımların gitmez hiç bi zaman çirkinliğe...

Kulaklarını verir misin bana iki dakikalığa...Merak ediyorum güzel şeyleri duymak nasıl oluyor diye...Nasıl hissedebiliyorsun can çekişen dünyanın ağıt ezgilerini...Ben duyamadım hiç bi zaman senin gibi...Şimdi en saklı kalanları bile duymak için ihtiyacım var kulaklarına...Söylenmeye cesaret edilemeyenleri....

Dudaklarını verir misin sadece iki dakikalığına bana...Sen gibi bi gülümseme ilişsin dudaklarından suratıma....

Yüreğini verir misin iki dakikalığına bana.. Benim yüreğim zaten hep köşede,kenarda...Sen gibi sevmek nasıl oluyor merak ediyorum...Nasıl oluyor da göğüs kafesinin içine hapsedilmiş küçücük bi yüreğe sığdırabiliyorsun dünyayı tüm tabiatıyla...Tutkularını istiyorum,sevmelerini, dünyaya secde edişini...

Sen gibi olmak nasıl bişey merak ediyorum... İki dakikalığına sen olabilir miyim?Zira bir ömürlük zaten kendimim...

Not:Bazen tanıdık ya da tanımadık yüzlerde bir gülümseme görürüz.Bir umut. Bir bakışta hayatı yakalayan birilerini. Kim olduklarının önemi yoktur. Bazen kim olduğunu bilmediğimiz birileri olmak isteriz. Onlar gibi bakmak, onlar gibi hakkıyla yaşamak her şeyi. Bu kendimize bıkkınlığımızdan değildir de bazen umudumuzun azalmasından, bazen de bir şeylerinin hakkını tam veremediğimiz için kıskançlığımızdandır. Yazılan da ,çizilen de, söylenen de hep bizizdir oysa...

Read more...

"Kal" de....

>> 16 Ağustos 2008 Cumartesi

"Kaybetmekten korkuyor musun?" dedi kadın....
Adam "neyi?" dedi...
Kadın "beni" dedi...
Adam "nasıl yani?"...
Kadın "seni bırakıp gidebileceğimden, yani hayatında artık olmayacağımdan"....
Adam şaşa kaldı. Gözleri boşlukta bir noktaya kilitlendi ve verebilecek hiçbir cevap bulamadı...
Kadın düşünceli, aslında almak istediği cevap bu değildi. Bazen susmak en acı cevap olsa gerek diye geçirdi içinden sanki sorduğuna bile pişman olmuştu bu soruyu.....
Anlamıştı korkmuyordu adam onu kaybetmekten....
Adam düşünceli "evet" dedi içinden, "dünyadaki en büyük buyken sen öğrettin bana bundan korkmamayı. Peki ya neden yüzün allak bullak? Neden sana ihanet etmişim gibi bakıyorsun?

Neden hem varsın hem yoksun? Neden hep gitmek isteyişindir hayatımızda aslolan...

Kadın adama bakıyordu. Sanki içinden neler geçirdiğini anlamak ister gibi.... "evet" dedi.

"ben öğrettim sana ve hayatımdaki herkese gidişleri... Bir gün arkama bile bakmadan çıkıp gidebileceğimi. Ve görüyorum ki gerçekten başarmışım bunu öğretmeyi. Aslında en çok korktuğumuz şeyleri düşünürken , konuşurken ne çok alışırmışız onlara, onlarla yaşamaya ve başımıza geldiğinde tepkisizleşmeye.............."

Adam "kal desem şimdi, hep beni suçlayacak yaşanmamışlıklardan. Kal desem, gitme ne işin var bizsiz oralarda. Ya da ben geleyim desem. Yok, yok bunu kabul etmez. O buraları değil bizleri terk ediyor kendi ruhuyla birlikte. Gitme desem. Ben senin bedenin yanımda olmadan da yaşarım dünyada tıpkı dalları kırılmış bir ağaç gibi... ama kal desem sana... Bırakır mısın beni gene de?"

Sanki iç sesleriyle konuşuyorlardı. "Hayır" dedi kadın. "Seni suçlamam aslında kal desen de. Sen bilmezsin bir yanın giderken bir yanının sende kaldığını. Ama ben öğrettim ya gidişleri.... Şimdi gidemeyişlerim kabus olur bende. Ahhh bir kal de.... kal de de bu ben öksüz bırakıp gitmesin bizi. Bir kal de... beni sende bırakıp gönderme... Bak yüzüme."

"Hayır" diyordu adam. "bakamam yüzüne umutsuzluğumu görme diye. Bakamam... Sana sevdamdan vazgeçemem ama kal da diyemem."

Kadın "madem ben başlattım ben bitirmeliyim"diyordu. "Ben bitirmeli... bu noktaya kadar geldikten sonra en iyisi gitmeli......"

Yaklaştı adamın yanına sadece bir nefes uzağına. "evet" dedi. "gidiyorum ben artık" ama kadının içindeki ses adama yalvarıyordu kal de diye.

Adam sessizce dinledi kadını, "tamam" dedi. "Biliyordum hep bir gün beni bırakıp gideceğini, hazırdım buna. Sen hazırladın beni buna... ne demeliyim? Sen bana gidiyorum derken güle güle demekten başka". Çevirdi yüzünü kadının yüzüne bakıyordu. Dudakları bunları söylerken gözleri "hayır" diyordu, "kal" diyordu.

İkisi de sustu.
Artık sadece gözleri konuşuyordu artık...
Ve önce elleri kenetlendi birbirine...
Sonra dudakları....
Tanıdık tenler üzerinde utangaç buluşmalar yaşıyordu sevdaları...
Gidemedi kadın adamın hayatından kal diyende olmadan....
Hayatında zaman zaman olduğum ya da geçerken uğradığım fakat kalmayı bir türlü beceremediğim herkese...

Read more...

arama

>> 15 Ağustos 2008 Cuma

Bir yolda ararsın öylece,
Sana çıksın yolu umuduyla.
Bilirsin oysa uzaktır gidişi…
Gene de ararsın
Onca ayak izinin arasında.
Bilirsin onun adımının izini
Kalmış mıdır ki oysa
Ne bir iz
ne de bir koku.

Bilemezsin

Read more...

Dibi tutan tencerenin halleri

Uyanırsın bir gün

Kalkarsın kendi sıcağından, kendi kokundan....

Ve hissedersin yüreğinde kocaman bir hafiflik...

Hafiflikte olur muymuş hiç kocaman dersin, yeni uydurulmuş cümleye kahkaha ile anlam katarken...

Bir ömrün iflasıdır yüreğinde yaşanan...mutlusundur ve huzurlu...

Garip bir sonbahar yağmurunun hüznünü anımsatır huzurun...

Aklına gelir tüm yaşamlar, eski dostlar, eski hayatlar...yüzünde kocaman bir gülümseme “vay be” dersin...

Bitmiş yolların uğranmamış hancısıdırsın artık..bir zamanlar işlek olan hanın artık tali yolda kalmıştır...bir huzur vardır yüreğinde ve bir de acı...

Aslında bitmemiştir yapılacaklar, yaşanacaklar...uzun alış-veriş listeleri gibidir zihnine yazdığın eksik kalanlar...

Ne savaşlara çare bulabilmişsindir, ne açlıklara... ne ölümleri anlatabilmişsindir insanlara..ne de yaşamı kucaklamışsındır bebek teninin anne kokusunda...

Sadece yaşamışsındır dibi hep tutan tencere kıvamında...

Bazen çıkıverir ortaya aynı bedene kaçak yapılaşan istilacı ruhların...

Bir kadın olursun cesur, bir korkak olursun çocuk, bir dost olursun tüm sırları tutan ve bir hain olursun kendi ruhunu satan...

“Bazen” dersin...bazen... farklı değilim ki şu yolda yürüyen adamdan, ya da az kullanılmış beynini satandan, teninin santimetre karesinden para kazanandan...

aslında herkes aynıdır diye geçer içinden...aynıdır..kromozom sayıları hücre çeperleri aynıdır...hatta yapılışları...sadece öğrenilmiş algılamalar farklıdır...maddenin halleri gibidir insanoğlu...ve halleri vardır kişilik denen fiyakalardan...ve bazen kişiliksizlik daha fiyakalıdır..

ağız dolusu küfürler savurursun hayata, hem de hayatı hakkıyla yaşamayı beceremeyenlere...

bir gözlüğün vardır elinde istediğin an istediğin renge dönüşeninden...daha teknolojilerin bile icat edemediğinden..

ömrün geçer bir kocakarı takviminin sayışlar zamanlarında...ve sen yarım kalan bir öpüşmesindir artık sevgililerinin dudağında...

yollar bitmiştir..ve yolculuklar...takatin kalmamıştır adım bile atacak kadar..ama bilirsin ruhunu..kalmasa da takati elbet çıkacaktır koşarak karşısındaki yokuşu...

ve bakarsın geriye tekrar...zihninde durur tüm eski siyah-beyaz fotoğraflar...ve sensindir onları rengarenk yapan...

huzurlusundur...kocaman bir huzur..ve bir de acı...

dersin ki “vay be” ne güzel bir ömürmüş yaşanılan...

ve bitse de yollar, biten yollardır ruhuna son armağan...

ve vedalaşırsın tekrar kavuşmak üzere ruhundaki tüm kadıncıklarla...yazarsın onlara son bir not:

hepinizi sevdim çok, ne bir eksik ne bir fazla...ruhumun tüm istilacılarına....

not: fon müziğimiz kazım koyuncunun “anılar düştü peşime” şarkısı...

“anılar düştü peşime uyumaz oldum

düşlerim vardı yamacına varamaz oldum

rüzgarla yarışırken koşamaz oldum

düze çıkmaz yollarım inemez oldum”....diye devam eder ve gider...

Read more...

umutlarla başlarız hep

Oysa ne umutlarla başlarız birlikte hayellere, bir gün sonra açıvermek için güne. Aynı tavana bakan birer çift gözle... Peki ne uzağa taşır bizi. Şairin bir şiirindeki “sert eliyle okşayacak, mavi gözlü adam onu, hem kadını hem kölesi”. Nasıl bir sahiplenmedir oysa tutku ile bağlandığımız, adına aşk dediğimiz. Okşadığımız... Baharda yaşarız tutkularımızı yazda solar biraz renklerimiz. Sonra hazan ve toplarız ekinlerimizi. Alıp başımızı gideriz. Ayrı tavanlara bakarız. Ayrı zamanlarda açar gözlerimiz. Belki başka tutkular eklenir tavana diktiğimiz gözlerimize. Ama hep o ana açar o ilk sabahı arar. Olmaz, atılmıştır yüzük, kırılmıştır zincir. Öyle seferlere çıkılmıştır. Neden dersin bazen, neden. Fakat tüm bir gün boyu, günün o garip oynaş, o garip orospu haliyle, hiç düşünmezsin...
Gün yatmaya kalkar sen kendine kalırsın belki bir an. Neden dersin bazen, neden...
Yanıtını bulamazsın, oysa yanıt hemen önündedir ve çünküyle kurulan cümlelere kalkışamazsın. Korkarsın. Korkarsın çıktığın yoldan gemiler gezinsin dersin denizde, ben bir gemi değilim ki...
Ama ah yeminini düşlerim, peki onlar. Özgürüm işte bak, gemiyim allı pullu puruvamda açık denizlerin köpükleri. Al işte kırıldı zincir, tekim işte ve alabildiğine ben alabildiğine gidebilen. Alabildiğine katanım alanım verenim. Niye huzursuzum, niye hep bir ardıma bakışım. Neden bir türlü tavanıma bakamıyorum, neden kaçıyor gözlerim. Bak işte benim tavanım benim gözlerim, bak işte baksanıza gözlerim...
Hep bitmeliye karmışız, hep bir bitirmek hevesimiz. Tek olabilmek insan olabilmek, özgür olabilmek adı altında verdiğimiz. Aşkı esaret edip hemde gönüllü olup esarete sonra kırmışız zincirleri, kırmışız yüzükleri. Sert eliyle okşayacak... Olacak ve olunacaklara hasat edip yaradılışlarımızı...
Değil bize ait olan. Ait olunana ait olmak. Ait olduğunadır tüm yolun, deniz çıkan sokaklar gibi...
Ne garip bir ironidir, şairin Çekoslavakya’daki toplama kampında gecen dört yıllık esaretinden kurtulduktan sonra ölmesi. Uyuyoruz oysa kumsal da....



Mayıs ayı çiçekleri
Üç gün içinde açacak
Gülen gözleriyle Marie
Aşığına açılacak.
Sert eliyle okşayacak
Mavi gözlü adam onu
Hem kadını hem kölesi
Olacak adamın Marie.
Mayıstan sonra haziran
Aşk, sonra nefret gelecek
Otları biçme zamanı
Adam zinciri kıracak.
Kırıp atacak yüzüğü
-Gemiler, gezin denizde-
Yeminini, düşlerini...
-Uyuyoruz biz kumsalda!-

Robert Desnos

Read more...

Alışamadı

>> 11 Ağustos 2008 Pazartesi

Alışılamadı bir an önce sensizliğe.
Alışamadı ki
Lafların
Akıcı o hep de akılcı seslerine…

“artık yeter anla olmuyor işte”

Midem niye kasılıyor
Sen dendiğinde hala…

Bilemedim;

Alışırım belki çok zor gelse bile.
Nedir ki nefes alırken hâlâ,
Sen varsın, olmayışın.

Öyle işte;

Alışamadımlar
Sana ne, diye haykırıyor.

Sen yoksun…

Varsın olma benle
Seni sevdim bir kere
Olamamışım ne ki,
Alışamamışım kime ne.

Read more...

İlk pişmanlık

>> 9 Ağustos 2008 Cumartesi

Pastasındaki mumlarına dilek ettiği
Yaz umuduydu.

Duyduğu,
Yanaklarında
İki küçük damla…

Pişman oldu
Dileğini söylediğine.

Read more...

Zaman üstünü almıştı tüm bedellerin

>> 8 Ağustos 2008 Cuma

Zaman üstünü almıştı tüm bedellerin.
Sana kalmıştı aslında gittiğim yerin
Dön be demesi.
Bedenim tutsaktı durduğum yere
Ruhum sana aç.

Kokunla,
Bazen dönüp bakardım sen misin diye
Ellerim cebimde yollarda.
Kızardım sonra kendime
Sen değilken beni bana koymayan.

Üstü kalsın değil ki yahu şu hayatın
Varsın kıyısında olmayışın.

"kıyı, kıyı olalı,
denizi arar durmadı mı,
deniz kıyıya varmayı."

Anladığımdı kendime söylemekten erindiğim...
Dağa küstü başındaki bulut.
Dağ başına gelenden
Bulut, takılı vermekten.
Dağ, vaz geçemediğinden.
Zaman sana kaldı
ya gel demeyi
ya git demeyi
Bilmeyi.

Read more...

Siluet-8

Gecenin dördünde çıkan fırtına ile uyandım. Yatarken yıldızlar vardı gökyüzünde şehrin ışıklarına inat bir kaçı direniyordu ışıkları ile. Ben, siluetim ve hesapsızca peşimizde sürüklenen gölgemiz. Yatağımızın kenarına oturduğumuzda derin bir uyku bekliyor sanıyorduk, aldandık…
Poyarazın sesiyle uyanıp adalara doğru baktığımda sipsiyah bir gökyüzünün sert esen poyrazla ağlamaya yüz tuttuğunu gördüm. Sokağın hemen köşesinde duruyordu onu o an fark ettim. Sabah saat dört ve deli esen poyraza, yağmura az kalmış bir şehrin karanlığında sadece yalnızlıktı. Fısıltılarını duydum, öylesine bağırıyordu ki, üçümüz birbirimize baktık. Siluetim cesaretini topladı ancak o dinleyebilirdi, zira içimizdeki hep en cesur oydu…
- Bilemiyorum, daha ne kadar böyle durabileceğimi. Ne zamandır içim böylesine ısınmadı bunu çok iyi biliyorum. Tam orada durduğunu görüyorum. Bir adım hepsi hepsi bir tek adım sana doğru.
Koşar adım uzaklaştım gene, tam oradaydın, tam yanında duruyordu sana olanlarım. Sokağın karanlığında adımlarımı sıklaştırıp köşeye vardım. Durdum. Nereye peki ve niçin uzaklaştım ki ve niçin demeleri mi tam orada yanı başına sesiz bırakıp bu köşe başındayım ki.
Hemen öteden başka bir fısıltı daha belirdi, ama apartmanların tek tük yanan lambalarından hangisinden geldiği belli olmayan bir kadın sesiydi bu…
- Bilemiyorum, daha ne kadar böyle durabileceğimi. Ne zamandır içim böylesi ısınmadı bunu çok iyi biliyorum. Tam orada durduğunu görüyorum. Bir adım hepsi bir tek adım bana doğru.
Sarılır mısın bana demek istiyorum oysa sana. Tam kapıdan çıkarken sarılır mısın, bana demek istiyorum sana, yüzüne bakıp. Duruyorum. Sesiz telaşına yalnızlığına dokunmaktan korkuyorum. Merdivenlerde adımlarını dinliyorum koşar gibi sokağa çıkışını duyuyorum niye korkuyorsun ki benden. Hemen yanıma bıraktığını duyamıyorum ki.
******
- Bana sadece sarılır. Ne öp beni ne de okşa usul usul. Yalnızca sarıl. Kokun ve nefesin olsun yalnızca. Burada oluşunu hissedeyim. Bırak tenimin ne istediğini, teninin istediğini düşünmeyeyim. Sadece yalnızca sarıl bana ve bana sarılmayı iste.
Beni dinle, işte bak kollarının arasındayım sırtım göğsüne yaslı. Bak sana tatlı bir masal anlatıyorum tüm kadınlığımla. Bu masalla uyuyacağım senle, yalnız değilim, sen varsın ve ben senin için de fısıldıyorum kelimelerimi. Kollarında şefkat var bak görüyor musun, bu beni dinlendiriyor. Sana sokulmamda, kendini güçlü hissettiğini hissediyorum. Ama yanılıyorsun ben senin gücünü değil şefkatini içime alıyorum.
- Sana sadece sarılıyorum. Nefesim ensendeki incecik tüylerin üzerinde. Kokunu çekiyorum uzun uzun içime. Bazen kolumdaki tüylere deyiyor nefesin sıcacık. Tenine ulaşmak istiyorum bir yandan, sarılmak bitmeden çıplak tenine. Sırtını çıplak göğsümde çıplak istiyorum. Çıplaklığında usulca durmak istiyorum. Tenini düşünüyorum. Ne dediğini duyamıyorum zaten çok da önemli değil ki ne dediğin ninni gibi sesin. Kollarım göğüslerinin altında birleşmiş seni içimde tutuyorum güçlüyüm hem de çok güçlüyüm kollarımla seni sarıyorum. Bana yaslanmış olmanı seviyorum bu mahsun sessizliğini ve teslimiyetini içime alıyorum.
*******
Gece, sessizliğine kavuştu hemen yağmurun ilk damlarından önce. Denmemiş fısıltılarda tüm vazgeçip gittiklerimiz. Kocaman yalnızlıklarımız, hüzünlü… Yalnızlıkları kokluyoruz, yalnızlıkları önemsiyor baştan çıkarıyoruz. Yalnızlığımızın şansımız olduğunu bilmeden. Sessizliğimizden korkuyoruz. Daha çok kimsesizliğimizden, kendimizden. Korkuyoruz işte birine sarılıvermelerdeki düşlerden ve düşlerin kendi iç demelerinden. Ne çok isteyip ne çok istediklerimizden bir çırpıda kaçıveriyoruz.
Gece, sessiz. Denmelere karan bir kadın ve adamın kendi iç seslerini duyuyorum. Bunları demek için tutunuşlarına bakıyorum. Daha özneleri yok cümlelerinin. Birinci tekil hitaplarda isimsiz. Gitmemelerdeki gidişi, sarılmalardaki tutkuyu. Daha nice yaşanmamışlıklarda olduğu gibi. Ama yarın var nasılsa değil mi, ne saçma, ya yoksa.
Not: Bu yazı “Yalnız kadınlar” isimli Ahmet ALTAN köşe yazısının tartışılmasıyla ortaya çıktı tavsiye ederim okuyun.

http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=4064287&yazarid=150

Read more...

Siluet-9

Caddebostan sahilde ayakları denizin içinde, ufacık bir kumsal, sağ önünde kıçtan kara mendireğe bağlı irili ufaklı tekne. Gün batışına doğru çevirdiği pedalların yorgunu adam, denizin ufacık kumsalına değişini seyrederken.

- Sana çok kızgınım.
- Niye,
- Unutun beni…

Siluetinin karşısında kırgın bir ifade ile durmasına anlam veremedi adam önce. Bunca zamandır sanki ayrılarmış gibi neydi ki bu afra tafra şimdi. Hayallerine dalmış olmasının bedelinden kime neydi ki. Bu silueti olsa da. Hesapsızlığını çok önce koymamış mıydı ki o. Birasından kocaman yudum aldı, ayaklarının denizin serinliğinde gevşediğini hissetti. Gün arkasında gece evine doğru yol alırken yan masada oturan kadın ve erkeğin yanına doğru siluetinin seyir ettiğini fark etti.

- Ya gel şuraya yahu
- Niye
- Usanmadın mı milleti dinlemeye
- Sen usanmadın mı seyretmeye
- Ben görmeyi seviyorum
- Pis yalancı
- Hayda niye
- Yaşamaktan kaçmak desene şuna.
- Bana bak ertelemede anlaşırım senle, kaçmak hayır
- Ertelemek, zamanın kaldı mı sanıyorsun ertelemeye.
- Tabii
- Hadi oradan ya, bir dur yahu bunu duymalıyım bak.

Gölgesinin bir teknenin altında usulca teknenin karinasını okşadığını görünce, teknenin denize olan şefkatini, denizin tekneye usulca dokunduğunu fark etti. Ne çoksunuz siz, ne çok barındırıyorsunuz kesiştiğiniz noktada. Uzlaşma bu olsa gerek, kabullenmek.

Yan masadaki adamın bakışı denizden kadına döndü, usulca kadına baktı onu anlamak, onu dinlemek için kendini hazırladı. Kadın bakışlarını en uzak noktaya dikmiş tüm fark edişlerinin ne denli saçma, tüm kurguladıklarının onun dışında şekillendiğinin umutsuzluğunda konuk ettiğinde konuk edilmemenin yılgınlığı ile;

- Neden ben kendim için istediğimde olmuyor?
- İstemek yerine önerdiğin için olmasın.
- Sen niye böyle her şeyi mantık içinde çözüyorsun?
- Ben durmayı öğrendim, durmak ve insanlara yaşamaları için alan vermeli, önermek onları şekillendirmektir. Peki bu hakkı kim bize veriyor.

Silueti adamın yanına geldi ve;

- Duydun mu
- Evet sayende.
- Kim sana bu hakkı verdi peki?
- Koyduklarına karşılık istemek suç mu?

Kadın adama dönüp gözlerini adamın gözlerine dikerek, adamın gözlerinde adamın ne kadar onu anlamaya çalıştığını çıkarmaya çalıştı. Evet onu anlıyordu ama öte yandan kendi önermelerini de koyuyordu adam, bu önermelerinse ne kadar sahipsiz ve genel olduğunu gördü. Rahatladı çünkü adam talepsizdi. Kadın konuşmasını sürdürdü;

- Ben aşıktım ona, aşkımı yaşamak istedim hepsi bu.
- Kendince talep ettin aşkı, kendince biçimlendirdin ve bu aşkın tanımı ise ona zor geldi, unutma aşk sorumluluktur. Bitecek nasıl olsa diye değildir aşk. Sense bitmeyecek bir aşkı öngördün ve yaşadın ve de yaşanmasını istedin.
- Nasıl ya, illa bitmeli mi?
- Evet, o zaman aşk acır ve acı ise en fark edilen duygudur. Bu acı ise kendini fark etmene götürür. Bu bazen şiir olur bazen, bir resim, bazense sadece hüzün.
- Aşk, acı mı yani.
- Bu çok basit olurdu, elbette değil.
- Tutunamıyorum, onu istiyorum ama onu hayatımdan silmeliyim. Beni eziyor onun gelmeyişi.
- Senin kurduğun bir oyun bu, rolleri sen dağıttın ama o bu rolü kabullenmedi. Belki bu gün bu böyle ama yarını bilemezsin. Önce dur ve kendine bak, kendini koy ortaya ve kendi durduğun alana bak. Kendinle ol, kendini yaşa. İstemeden sevmeyi, önermeden yaşamayı dene. Bırak hayat kendi kanalında aksın.
- Sıkıldım artık sıkıldım. Üşüyorum.

Silueti adamın yanına geldiğinde adamın yüzüne baktı ve ikisi de sesiz kalmayı seçtiler. Dönmeli zamanlara olan açlıkları ikisinin de yüzlerindeydi. Adamın aklına bir şarkının dizesi takıldı;

Gittiğinde yazdı kaç bahar geçti
Şunun şurasında
Şimdi aşkımız bir annenin
Çocuğa duasında. *


* Yaşar

Read more...

Siluet-6

Ayaklarını ağaca dayamış gözünde gözlüğü ile bakışlarını saklıyordu. Masanın karşısında onu sessizce dinliyordu öteki adam. Önümdeki kitapa eğilmiş, güneşin kemiklerimi ısıttığını hissedip yaşasın ne güzel pazar derken, gözlüklü adamın boğuk sesini duyduğumda siluetimin benden uzaklaşıp ağaca dayandığını fark etmemiştim bile.

- Artık biliyorum, ben burada yaşamamalıyım. Belki vaz geçişlerimin en ağırı bu. Bu hayat, bu küskünlük ve bu anlamsız duruşlar ne saçma ve gereksiz geliyor. Ne gereksiz geliyor insan suratları. En basitinden hayatlardı aslında yaşamaya meyil ettiğim. Attığım adımlar meğer ne gereksizmiş. Ben ne gereksizmişim…
- Hiç düşündün mü, aslında kendini ifade etmediğini…
- Kendimi ifade etmek mi? Ediyorum sanırım.
- Ben sanmıyorum
- Sıkıldım artık dostum gerçekten sıkıldım
- Buna hakkın olduğunu nereden çıkarttın.
- Sıkılamaz mıyım?
- Hayır sıkılamazsın, önce kendini ifade et hele. Sen kimsin?
- Nasıl yani.
- Kimsin söylesene bana.
- Ben.. İşte ya çalışan didinen herkese yakın olmaya çalışanım.
- Hemen herkes böyle ama sen kimsin?
Aslında bir dostun sorabileceği sorudur “sen kimsin”. Başka birinin dudaklarında küfür gibi durur. Bir dosta bile bu yanıtı verebilmek hele ki yanıtı kendine bile veremezken… Zor olsa gerek.

- Nasıl yalnız durduğunun farkında mısın?
- Yo yalnız değilim, biliyorsun etrafımda bir yığın insan var.
- Hayır, kendini kenarda tutuyorsun ve kim olduğunu söylemiyorsun.
- Benim işte ya.
- Yalnızlığının açlığı ile hareket ediyorsun.
- Yalnız değilim ben.
- İlişkisizsin kabul et.
- Ne yapayım elimi uzatıyorum biliyorsun.
- Tutuyor musun peki, söylüyor musun, anla beni demek dışında ne yapıyorsun ki.
- …
- Haksız mıyım, insanlara tutku ile yaklaşıyor ama kim olduğunu koymuyorsun.
- Sence kimim ben peki?
- İnsansın, bu kadar basit insansın.

Kitaptan o kadar uzaklaştım ki, oysa sadece kitabımı okumak, güneşin kemiklerime işlemesini istiyordum, siluetim bana göz kırptı. Artık iyice benim olmaktan çıktı zaten. Benim dışımda benim gölgemle yaşayan ama benim dış çizgilerimi bile ifade etmeyen bir hal aldılar. Peki ben kim kalmıştım geriye. Silueti ve gölgesi bile kendinden uzaklaşan mıyım ben de. Dost bana da mı sordu o soruyu peki ben kimim? Evet sadece insanım… Hataları olan, hepsi bu…

- Seni yıllardır tanırım. Yıllardır hep zora soktun her ilişkini. Senle kaç kez kanlı bıçaklı olduk hatırlasana.
- Ama hep dinledik sonra birbirimizi.
- Evet ama unutma hep ben ne var söyle bakalım dedim.
- Haklısın
- Kimse sana durup ne var demez sen susarsan, bunu unutma ben dostum sorarım.

Kendimizi söylemeden karşımızdakini söylemeye başlıyoruz, ne garip bir anlamsızlık. Ben buyum, bu kadar basitim hiç de kocaman kocaman değilim. Basit sıradan sadece insanım, benim de zaaflarım, benim de incindiğim kabul etmediğim, edemeyeceğim şeyler var. Kendini bir üste koyup, kendini basit insan davranışlarının üstüne koyarsan, sen kim olduğunu sanırsın ki… Sandığın değilsindir, peki kimsin ki? Dost acıdır acıtır…

Read more...

Siluet-7

Sorular niye böyle acımasız olurlar ki, niye hep yanıtı bilmeye çalışırken sorulara boğulursun. Neden, niçin, niye. Daha bir yığın soru kipi. Soru kipleri, zaman kipleri, belli öznelere yüklenen yüklemlerle işbirlikçi oysa. Öznelere ne haksızlık cümleleri kurarken, ân tanımlarından uzak. Oysa her ân kendi içinde anlamlı…
Bilemediğin, anlayamadığın olsa, olsa var saydığındır; kıt hükümlerine. Senin olmayan bir ânın sen hükümlerinde sanmaların.
Zihnim bu bilinmeyenleri çözmekle meşgulken, siluetim gölgemle işbirliğini abartıp var oluşlarının kaynağından uzaklaştıklarında. Bedensiz bir gölge, siluetsiz bedenken ışık ne anlamsızdır.

Zamansız bir Kadıköy zamanında, yıkılmaya yüz tutmuş cumbalı geçmiş zaman hanesinin bar olmuş bu gün suretindeki bir masada:
İki bedendiler. Kadın, kendinden emin olmanın titrekliğinde, söyleyeceklerinin pişmanlığını kabullenmiş. Erkek, duyacaklarının onu nasıl sarsacağının farkında, suskun. Zannedişlerdeydiler ve bu o kadar belleydi ki. Ne gariptir, demeye yeltenen iki bedenin o çıplak duruşu, oysa ne dememek içindir çoğu kez o ân.
Up uzun bir sesizlikti ikisininde duruduğu iki sesiz öfke, iki vurmaya, vurulmaya hazır hedef. İki boşver bu ânı, unut diyen. İki ne olur sadece sarıl bana Allahın cezası…
Kadın:
- Konuşmaya korkuyorum senle.
- Ben de.
- Yorgunsun, bu kadar yorgun olabileceğini düşünemedim.
- Yorgunum.
- Ben de yoruldum artık.
- Biliyorum.
- Seni kaybetmek istemiyorum biliyorsun değil mi?
- Ben…
- Olmuyor işte olamıyor ben bunu anladım.
- …
- Bir arada olmuyor, işte bak konuşamıyoruz bile.
- Ben…
- …
- …
- Yapamıyorum artık, ama sen hep var olmalısın.
- …

Siluetim dondu, ilk kez bana bakıp bu monologdaki diyalogu anlamaya çalıştı. Bir konuşan varsa, ve demek gereken bu ise; konuşana konuşulmaz ânda, konuştuğuna denecek yoktur aslında. Mağdur ve mağrur arasındaki fark sesi duyulan mıdır acep?
Susan mıdır mağdur, konuşan mıdır mağrur?
Konuşmaya kalkanın mağdurluğu bu denli mi göz ardı edilmeli…
Ândır aslında denmezleri deme gereğini kılan, ne gereksiz bir konuşmadır ve ne gereksiz susma. Konuşmaların ertelenip ayrılık yumaklarının gereksiz uzlaşma uğraşı cümleleri kurma uğraşı. Her ayrılık kendi yalnızlığını yaşamaya mahkumdur. Alıştığınsa kırık dökük cümleler…

Sağ elinde bir boşluktu
Parmağındaki o derin yokluk.
Tüm simgelerini yitirmişti
Herkes yaşayıp gidiyordu
Her şey yolunda görünüyordu
Ve sonra…
Seni neyin beklediğini hiç bilmiyorsun…

Read more...

Siluet-5

Vapur adaya yaklaşırken adam bir adaya dost olmanın yakınlığı ile işte geldim dedi. Görmeyi sevdiği her şey ve sevdiği her şeye uzaktan baktığı yerdi onun için. Hem uzak hem yakın, hem deniz hem martı. Tek başınaydı ve tek başına olmayı seçerek kendi ilkini yaşıyordu.

- Sen hiç yalnız olmamışsın ki.
- İşte yalnızım bak kimse yok
- Hayır hep hayatına birilerini dahil etmiş ve asla onları bırakmamışsın bu haksızlık.
- Yalnız olmamayı seçmek mi, seçmemek mi?
- Her insan önce yalnız olmayı bilmeli.
- Niye o zaman hep birilerini arayıp duruyoruz o zaman
- Yalnızlıklarımızın keyfini sürmek için olamaz mı?

Siluetinin dalgalar arasındaki yüzme cabası adamı gülümsetti, ne güzel sezonu açtın, bak yüzüyorsun bu gün sana kıyağım bu. Vapur adaya yanaştığında adımlarını ayarladı, ne hızlı ne de yavaş varmalıydı. Niye bu disiplinli olma hali ki. Ne gereksiz işte buradasın istedin ve yaptın. Bir gün kaçamağı. Barba ya iskeleden kaç adım var. Haydi bu gün sayalım. Peki adanın geri kalanı niye sana yabancı. Kaç adım oldu ya, karıştırdım. Düşüncenin biri diğerine niye böyle saygısız olur ki aynı beyinden türemişken hem de.
Masasına baktı ve sevindi boştu. Ama inadına oturmadı öndeki başka bir masaya geçti. Hemen arkasında bir çift oturuyordu.

- “Çift” ne demek şimdi iki mi, dört mü ne.
- Tamam kızma bir kadın ve bir adam.
- Ama bu tek.
- Nasıl tek yahu.
- Kadın ve adam
- İşte çift
- Of gene demogoji yapıyorsun
- Evet ama niye illa çift diyoruz ki?

Siluetine baktı dönüp, arkamda kaldın pardon dedi. İdare et güneşle senin hesabın benle değil…
Arka masadaki adam karşısındaki kadına uzandı elini tuttu ve…

- Ne hızlı geçiyor zaman ve ne kadar yön vermeksizin yaşıyorum, şaşıyorum. İkinci bir şansı yaşıyorum senle biliyorum. Bazen korkuyla yanlış yapıyorum, çok sevdiğimi acımasızca ortaya koyup bocalıyorum
- Korkma, bak beraberiz işte gene…

Don Kişotu daha çok seviyorum bu günlerde. Aşk, suçlarımızın af edildiği andır. Sarılmak ve yarını suçlarımızdan arınıp yürümek gereklidir.
Etrafın ne kadar sesiz olduğunu düşündü, yaşasın sesizlik. Uzakta pusların adındaki şehre baktı. Herkes orada senin tüm kalanların orada, sense onlara sadece bir pusun adından bakıyorsun. Bir vapur yakınlığında, gelmeyecek bir vapur kadar da uzak. Seçimler gitmekle ve gidebilmekle ilintili gailba.

- Uykularımda senle savaşıyorum. Bazen tenine yabancı bir el uzanıyor ve sen tenine konuk ediyorsun o dokunuşu. Bazen bana bakıyor ve gülümsüyorsun geldim işte sarıl bana diyorsun.
- Bunlarla yaşayamazsın biliyorsun, seni sevmediğimi de biliyorsun, bırak artık ve bunları da düşünme kendine haksızlık bu ve bana da.
- Biliyorum haksızlık bu sana yaptığım affet.
- Seninde benimde yaşanılacak hayatlarımız var ve yaşanmalı. Kendine bunu yapma.
- …
Kadın usulca masadan kalktı, iskeleye yanaşmakta olan vapura doğru hızla yürüdü. Adam ardından baktı. Yanına gitmek ve bırak artık bakmayı demek geldi içimden siluetime takıldım yerimden kalkamadım adam upuzun baktı. Siluetime kızdım, oysa onu bu gün denize bile sokmuştum, şimdi ise akşama yatan güneşle upuzun yerde dinleniyordu. Haksızlıktı bu o denize girmişti…

Read more...

Siluet-4

İyi denizci rüzgârı kendi yelkeninde tutandır…
Hazır değildik belki açılmaya ama rüzgâr dinlemedi.
Kendi yoluna devam etti…

Adam yürüyüşünü dik tutarak parka doğru yöneldi. Bu parka karşı duruşunda hep bir ürkek tavırı vardı. Ne garip alyans cumhuriyeti burası diye düşünürdü hep. Bir pusetin sapına yapışmış bir çift alyans… Bir ele sarılmış başka bir alyans. Parıl parıl alyanslar parlıyor etrafta… Bu pazar sabahı bu bunca parıltı fazlaydı adama. Alyansların cumhuriyetinde alyansızlığına dem vurdu. Demini alıp…
- Canııııım
- Efendim hayatım
- Annen ne kadar şefkatliydi sana gene bu sabah
- Nasıl yani?...
- Peyniri ağzına sokarken
- Ya etme ya bilmiyor musun…
- Neyi?
- …
Kadın sesizliğin ardından yürüdü, adam önünde yürüyen haklılığa baktı ve ben de haklıyım ama sen bunu hiç bilemeyeceksin ki dedi.. Belki demedi peki niye durup kadını ardından baktı. Ne dedi peki içinden. Adımları niye sertleşip kadını geçti, durmadı kadın ardı sıra seyretti, alyansları öğle ışığında pek ışıldayamadı ama gene de pek bir göz önündeydi…

Sacı fiskiye gibi bağlanmış önden iki kazma dişi ve tombul yanaklarıyla reklam bebeklerinden hiç farkı yoktu. Pusetin güvenli kenarlarına tombul parmaklarını geçirmiş öğle güneşi gözlerine fazla gelip kısık kısık bakıyordu etrafına….
Pusetin sapına sıkı sıkıya kavramış kadın, pusette taşıdığının vakurluğu ile solundaki adama;
- Dün işimi istedim biliyor musun yeniden
- Niye ki
- Nasıl niye ki?
- …
- Ben sence bu muyum sadece?
- Hayda gene başlıyoruz.
- Evet başlıyoruz, bitirmedik ki hiç.
- Yahu kıza kim bakacak, çalışsan aldığın parayı bakıcıya vereceksin.
- Evet olabilir.
- Ama niye çalışasın ki o zaman
- Kendimi iyi hissetmek için olamaz mı sence?
Adam sustu. Kadın hırsla puseti ittirdi. Anne olmakdı hep özlediği anne olmuşdu da, peki o sadece bu muydu? “SADECE BU MUYUM?” Aslında evet sadece anne olmak değildir o kadın kendi için, sadece evin kadını olmak, karı olmak hiç değil. Ancak ne gariptir erkek mantığı, kadını hep evde hayal eder ve kurgular.
Eşofmanlı bir çift alyansları ışıl ışıl, belli ki yeni almışlar alyanslarını. Kadın adamın yanında oluşundan adam kadının yanında oluşundan keyifli… Güvenmek, sıcak bir tenin dokunuşunda çocuk gibi.

Hayattaki duruşları seni seviyorum dediklerimize teslim ederken ve bunu adeta yıkılırcasına, yaşamanın bezginliği değil mi, alyansların tek tek ışıltılarını kaybetmeleri. Silueti parkın taşlarında güneşe bulandı adamın. Ne garip bir ikilem “aile” olmak ve “aşık” olmak arasındaki gitgeller. Ne taze bir hüzün aşk, upuzun bir gülümseme olması gereken ailede kendini küstüren. Ne büyük yanılgı oysa hüzün saydığımız aşk, gülümseme sandığımız aile. Siluetine takıldı gözü adamın, ne güzel dedi kendine ait olmak. Ait olmaktır, olunmaktır hayat. Kabullenip, kabullendiğine upuzun soluklar eklemektir. Eklediğinde çoğalmak, çoğaldığınla daha fazla ait olmak. Bu muyuz sizce?

Read more...

Siluet-2

Yağmur birikintileri arasında hoplaya zıplaya gidiyordu. Silueti bir o su birikintisine bir bu su birikintisine takılırken adam hiç oralı değildi. Durdu yağmurdan kaçanların o nefes nefesliği ile. Bu otomatik kapı gene bana gıcıklık çıkartırsa bu gün kıyameti koparacağım işte, diye geçirdi kafasından. Kapı açıldı iki yana, keyiflendi sonunda dedi.
- Günaydın.
- Günaydın abi, kahveni vereyim. Nasılsın?
- Stabil bak bu gün de karşındayım.

Arkasında iki stajiyer kızımız kıkırdayarak konuşuyordu…
- Facebooktan silmişsin onu
- Sildim
- E ne oldu
- Ya biliyorsun olmayacaktı
- E hani hoşlanmıştın ve seni çok fazla çekmişti
- Olmayacaktı.
- …
- Hem bak yeni birini ekledim.
- Sahi kim o kız?
- Ya hiç sorma be.
- Sordum işte çatlatma beni.
- Ya öyle işte bilmiyorum öyle biri, sakin.
- Eh haydi bakalım…

Hayatlarımıza konuk ettiklerimizi internet ortamlarımıza konuk eder olduk yahu vay canına. Ön koşul eklen internetime maskelerinle kelimeler kur bana, duymak istediklerimi söyle. Sonrası sonra gelsin, bacak arası ağrılarımızı dindirmek gibi…

Rol modeller edinir insanlar rollerini birine benzetmek için. Kendi olamadığını oldurabilmek adına. Hep bir başka duran tiplerdir bu “rol modeller”

- Ben, karımı çok seviyorum ama karım da bilir ki “ben” benle olmalıyım önce.
- A evet haklısın abi
- Bak “ben”, kendime mutlak bir gün ayırırım ve karım da bu günü bilir ve bana dokunmaz.
- E peki o ne yapar abi?
- O da o gün, kendini kendince yaşar.
- Ah ne güzel abi, işte biz bunu yapamıyoruz…


- Yapmalısın ama. Bak “bana”, o gün “ben” sevgilim”le” de beraber olabiliyorum…
- E peki karın o da mı sevgilisiyle.
- Eh olsa evet…
- Ne güzel ne kadar doğal, ne kadar seviyeli….
- Evet bu böyle olmalı. Zira evlilik hiç de insan doğasına göre değil.

Çırak “peki niye evlisiniz” diye sormadı. Soramazdı, zira rol gereği o haklıydı o hep haklıydı zira o oydu…
“Ben” diye başlanan kelimeler kurar bu insan sınıfı.”Ben” bunu böyle yaptım ve sen de artık bunu böyle yapmalısın.

- “Ben” onla arama bu sınırı koydum sen de koymalısın. Bak “ben” başardım sen de başarabilirsin, inan buna. Bak oğluma nasıl sağlıklı bir birey olabildi, senin de oğlun bunu başaracak hiç korkma. Unutma sen varsın ve sen önemlisin, bak “bana” nasıl hayattayım işte.
- Çok sıkıldım artık tek başıma bunca şeyle uğraşmaya. Hayatımda tek bir yumuşaklık yok ve ben artık bunaldım.
- Yeni arkadaşlar edin, çık ve onlarla eğlen, seviş.
- Ama içimde bir yerlerde o hala duruyor.
- Yok öğle bir şey, bak “bana” ben nasıl sildim sende sil. “Ben” yaptım benim de oğlum var. Bak nasıl sağlıklı…

Rol önderimizin ağzına bakar ve iyi ki varsın deriz, duymak istediğimizi bir çırpıda söylemiştir işte. Demiş midir, “düşün madem onu düşünüyorsan nasıl yapabiliri mi”. Kolaydır “ben” merkezde atıp tutmalar. O ne üst perdedir zaten ben merkeze yerleşen. Hep beraber olduklarımız ama hep didiştiğimiz ama hep olmasını istediğimiz şatafatlı “ben” ler.

Merdivenleri çıkarken aklına silueti geldi. Dün ne keyifliydi akşam üstü rakısını yudumlarken. Güldü gene kendine artık kızamıyorum bile yahu dedi içinden “ben” olanrın bensizliklerine. Densizlik işte dedi. Fısıltılara kulaklarını dikip masasına oturdu gazetesini açtı “Ergenekon da yeni tutuklamalar” manşetine gözü takıldı. Tutamadı gülümsemesini kahkaha attı. Yaşasın ya dedi içinden yaşasın ahmaklık…Densizliğin alemi hiç yoktu gene kaşlarını cattı.

Read more...

Siluet-3

Barba’nın köşesinde oturmuş karşısındaki masalara baktı, yaz kaçamağı bir gündü. Lakerdayı yeni yapmışlar abi sana uymaz dedi garson. Ahtapotumu ver, azıcıkta salamura hamsi biraz peynir. Ufağın yarısı yeter. Adadan bir vapurun geldiğini gördü, ulan ne vicdansız gelişin var dedi, içinden. Bilemedi başka bir gün, başka bir zamanda aynı yerde ona bu cümleyi birinin edebileceğini hem de yüksek sesle…
Kapının açıldığını ve içeri girenin “bana sarılır mısın” demesini bekliyordu adam. Gülümsedi bu düşe, tüm düşlerin gülümsetişi gibi. Düş içini ısıttı, duvarlara baktı, içeride helânın tam yanında bir duvar gördü, düşünü duvara astı...

Bir kadın, zayıf omuzlarında paltosu Barbanın muşamba duvarlarından kış sonu ayazına karşı :
- Eksik hissediyorum kendimi. Oysa vazgeçiyorum her anımla
Adamın Silueti usulca masaya yanaştı.
- Niye peki niye vazgeçiyorsun ki dedi.
Öteki kadının, kırmızısı abartmış dudak boyasına bulandı “niye”
- Artık tahammülüm yok onun beni görmeyişine.
- Erkekler yatakta hatırlar uykuda unuturlar.
- Onu bu sanmadım ben, onunla bu olmaz diye beraber oldum.
- Hep öyle değil midir, her başlangıçta umut, her bitişte yanılgı yok mudur.
- Yapamadıklarımda var benim, elbet ben biraz itmedim mi onu biliyorsun.
- Tutkuların değil miydi, gözünü kör eden. Dur demelerini hiç duymadın ki.
- Evet, duramadım ve o da duramadı…

Yanılgılarımız hep bu değil mi, içindeyken çemberin kör gözlerle bakmak değil midir. Niye değil midir en acımasız soru. Peki neden hep bir koşuşturarak cümleler kurarız ve niye hiç yanıtımız:
- Hayat akıp gidiyor ve ben içinde kıpırtısız duruyorum sadece.*** Olmaz. Durmak ve biraz sadece bakmak gerek, çemberin daraldığı anlarda.

Adam rakısına uzandı, upuzun bir yudum aldı. Vapur iskeleye yanaşmış bir iki yolcuyu bırakıp bıraktığından daha fazlasını alıp yoluna devam etmişti. Ne garip dedi adam içinden; kalana bırakılan, gidenle gidenden az. Ekmeğini hamsinin yağına batırdı. Öte masaya takıldı gözü, bir masada ki adama baktı, helanın kapısındaki kalpe takıldı bakışı ve hemen yan duvarda duran düşüne.
Umut etmeyi ne kadar oldu bırakalı, zamanı koydu önüne. Hatırlayamadı. Dün müydü, bu gün mü, yoksa daha mı çok oldu. “Eksik hissediyorum” repliği geldi aklına. Garip dedi sanmadıklarımızı sanar olduğumuzda eksik olmak kalıyor geriye. Ada olmanın kaderi hep bu mu acaba, tam orta yerde bir başına olmak. Anahtarsız kalmak ve asla gitmemek…

Read more...

Siluet-1

Kadın ayaklarının ucunda yükselip karşısındaki adamın yanaklarından öptü, adam kadının ardı sıra baktı. Yanağında sıcak dudakların yarattığı ürperti denizden gelen hafif esintiye karıştı.
- Bekleyeceğim seni. Bir gün ondan bana geleceksin biliyorum bunu, bana anlattığın gibi o seni sevmeyi bilemiyor ben seni seviyorum…

Kadın bir arabanın kapısını açtı gözü aynada adama baktı, ne oldu dedi.
- Gözüme sevgi kaçtı ona bakıyorum.
- Gene bunalımdayız anlaşıldı…
- Yo tam tersi bunalımları bunaltmaktan aslında vaz geçiyorum. Aynı senden vaz geçtiğim gibi…
- Saçmalıyorsun gene. Eve gitmek ve sensiz kalmak istiyorum,
dedi kadın…

Bildik öykülerdir aslında her köşe başında yaşanıp başka bir köşe başında nihayetlenen. Bazen bir bakış açısından haklılığı bir tarafa, başka bir bakış açısındansa öbür tarafa teslim edilen. Öyle uzaktan bakıp bir yığın ahkamlar kesilen basit insan öyküleri…
Bazen oturup yazmak istiyorum bunları, sonra takılıp kalıyorum bir aynadan bakarmış gibi kendi suratıma. Yansımanın yansımasıdır aslında aynadaki siluetimiz.

Öylece diyaloglardır hep bir anda bizi alıp götüren zaman içerisinde bir takım anlara. Bazen hemen yanınızda sizi karşıya geçirmeye çabalayan lodosa kafa tutan bir şehir hatları vapurunun küpeştesine dayanmış öylece denizi seyrederken. Ardınızda kadın konuşur…

- Seni anlamıyorum artık öylesi uzaksın ki.
- Nasıl uzağım ki
- Duymuyorsun beni, bazen kendimle konuşuyormuşum gibi geliyor ne dedim az önce…
- Ya yapma Allah aşkına bütün gün zaten telef olmuşum kafamda bir yığın şey var.
- Benim yok sanki
- ….
- Sen anla artık ben bunu yaşamak istemiyorum bil bunu.
- Neyi yaşamak istemiyorsun.
- Bunu işte
- Ayrılmak mı istiyorsun
- Evet
- Peki, madem bunu istiyorsun evet ayrılalım.

Haklısı kim bu diyalogun şimdi, kadın mı erkek mi. Bilemem ki. Adam belli yorgun, kadın belli yorgun. Yorgun argınlık işte, haksız zamanlar belli ki yaşanılan ve gidişler yaşanır bu diyalogun sonunda. Bazen üçüncü tekil şahıs gizli özneleri ile…






Rüzgarla gelir fısıltılar. İnsan sesleri karışır rüzgara. Olmayacak şeyler hatırlatır durduk yerde. Bir an; bir sesi, bir duruşu, bir kokuyu. Aslında durmasın istersin bunların hiçbiri sende, uzak olsun istersin tüm geçmişin tortuları ama karşı koyulmaz bazen ve öylece taşır rüzgar.
- Alo
- Selam
- Neredesin?
- Dolanıyorum sen?
- Evdeyim, sıkıldım bir arayayım dedim seni.
- İyi yapmışsın, nasılsın.
- İyim sen
- İyim.
- Haydi görüşürüz kendine iyi bak…
Çıkmaz sokaklar gibidir bir yere varmayacak konuşmalar, geçmiş zamanların yitik anları, gidilen yerlerdeki o uçsuz bucaksız dönülmezlerdir. Bir adım daha öteye bir adım daha uzağa. Duymak istenilenler değildir bu türlü söylenenler ve söylenmek de istenmeyenlerdir söylenenler.

Adam aynaya baktı, musluktan akan soğuk suyu yüzüne çarptı. Yüzüne takılan tüm bir gece yüzünden aktı. Yüzüne gene baktı, sızan ışıkta suyun damlaları yeni günün ilk ışığını kapmış pırıl pırıl parlıyordu. Güldü, yüzün aydın olsun günaydın.

Read more...

Yansıma

Elimdeki ömrü veriyorum sana
Tut beni bırakma diye...

Susma bana
bak sana akıyor deli yüreğim.

Dokun elimdeki hayata sıkıca,
öyle bul ki alıversin yüreğim en derinindeki demirini geminin...

İnan bak deli oldu ruhum.
Sana yollandı ayaklarım korka korka.

Haydi bak bir çocuk gibiyim öylesi neşeli
Bisikletimin pedalına ilk kez basıyor gibiyim...

Boşuna mı yarın peki,
Sen uzağımda ol, peki kabulüm...

Ama öyle bakma bana oldu mu...
Işığım, aynadan geçmeden yansıma....

Read more...

Zaman üstünü almıştı tüm bedellerin

Zaman üstünü almıştı tüm bedellerin.
Sana kalmıştı aslında gittiğim yerin
Dön be demesi.
Bedenim tutsaktı durduğum yere
Ruhum sana aç.

Kokunla,
Bazen dönüp bakardım sen misin diye
Ellerim cebimde yollarda.
Kızardım sonra kendime
Sen değilken beni bana koymayan.

Üstü kalsın değil ki yahu şu hayatın
Varsın kıyısında olmayışın.

"kıyı, kıyı olalı,
denizi arar durmadı mı,
deniz kıyıya varmayı."

Anladığımdı kendime söylemekten erindiğim...
Dağa küstü başındaki bulut.
Dağ başına gelenden
Bulut, takılı vermekten.
Dağ, vaz geçemediğinden.
Zaman sana kaldı
ya gel demeyi
ya git demeyi
Bilmeyi.

Read more...

Boşver

>> 5 Ağustos 2008 Salı

Rüzgar geceli çok oldu
Telaşsız beklemelerde bu gün.
Ertelemede hayatı yarına
Beklemelerde…

Özlem, gün doğumuna sarılmak ölesiye…

Nerede başlamıştı dün
Nerede biter bu gün.

Beklemek yanıbaşında hayatı
Geçip giderken
Beklemelere sarıp üstünü,
Üşüyüp uyandığında
Boşver yalnızlığa.

Zordur ertelemeler…

Amalara karmışsa tüm sevişlerin,
Yarına ne kalır dünden taşınan.

Boşver…

Beklemeleri sarıp üstüne
Üşüyüp uyandığında yarına,
Gün ışığına

Boşver…

Bak çığlık çığlığa doğmada bebe gün...

Haydi şimdi ses ver
Ne kalırdı soru eklerinden.
Uyanmada yeni bir zamana beden
Derin uykularından.
Yıl boyu çekip gitmelerde
Uyku tadında uzanışlardan
Ne kalır sorulardan
Ne önemlidir ki
Ölüşlerden dirilmişken
Nedir hayatına takılı kalan soru…

Ne mi,
Niçin mi,
Nasıl mı,

Kim mi?

Boşver…

Ölüşlerden dirilirken uyku sersemi aynadaki siluetin
Sorar kendine sorularını, sana çarpar
lavaboya düşüp suyla temizlenir akıp gider
Ne, niçin, nasıl, kim

Boşver…
Gün kapının ardında beklemede…

Read more...

Adam-Kadın ve Gün 9

>> 1 Ağustos 2008 Cuma

Perdenin arasından güneşin ilk ışıkları odaya hafif hafif süzülmeye başladığında yatağın sağ yanında yatan adamın yüz hatları yarı gölgede acı içinde gerilmişti. Işık hafifçe bu gergin ifadeye deydi. Sırtı sol yanına dönük, güne o denli savunmasızdı ki. Işık yatağın yükseltisinden kapalı gözlerine ulaştığında göz kapakları ışığın yoğunluğuna tahammül edemedi. Adamın göz kapakları hafifçe kıpraştı ve ilk ışıkla güne baktı.

- Ne olur bu olmuş olmasın.

Arkasındaki vücudun varlığını hissetmeye çalıştı, evet oradaydı. Dönmeye korktu. Ya “o” değilse.

- Saçmalama burası işte bu yatak, bu perde.

Usulca soluna döndü kadını gördü. Kadın, sırtı ona dönük elleri yanaklarında uyumasını sürdürüyordu. Kadının yüzüne baktı; kaşları gerilmiş alnında adeta birleşmişti.

- Kiminle savaşıyorsun gene?

Dün geceyi düşündü, bağıra çağıra geçirilen dün geceyi. Her şeyin bir anda silinip atıldığı, öfkenin denmezleri dedirttiği dün geceyi. Kadına baktı; “o”ydu işte o hep sevdiği içinde hep sen benim ziynetimsin dediği. “O” . İşte buradaydı yatağın hemen solunda elleri yanaklarının altında dizleri karnına çekilmiş ana karnında yatakta öylece uyuyordu.

- Sen bir mucizesin kadın bunu bil.

Usulca sokuldu kadına, boynundan kokusunu içine çekti. Bu kokuyu bir daha koklayamama endişesinin açlığıyla. Koku içine doldu; kadın hafifçe kımıldadı. Korktu uyanmasından, bu ân bitmemeliydi, “o” uyumaya devam etmeliydi. Kadının yüzüne baktı;

- Allahım, ben ne şanslıyım o var işte…

Kadının yüzüne bakmaya doyamıyordu, o hep bildiği, o hep gördüğü yüze bakmaya doyamıyordu. Öyle masum, öyle savunmasız öylece uyuyordu. Kaşları çatık…
Usulca bir kez daha korkarak yaklaştı kadının çıplak omzuna, dudaklarını yaklaştırdı. Teninin sıcaklığı dudaklarına ulaştı, karşı koyamadı ve dudakları kadının teniyle buluştu. Kadın hafifçe gerindi uyumasını sürdürdü. Bundan cesaret alarak bedenini kadının bedenine yaklaştırdı. Sağ eliyle saçlarını okşadı. Usulca saçlarını alıp bir kez daha kokuyu içine çekti. Elini saçlarından kadının şakağına doğru yönlendirdi ve saçlarıyla şakağının bitiştiği noktaya dokundu. Parmak uçlarında tüm bir hayatının aktığına şahit olduğunda dayanamadı ve kadına sarıldı.
Kadın bu sarılışla uyandı ve adamın kolunu göğüslerinin altına çekti.

- Neden?

Adam bu soruyla kollarını kadına daha da sardı. Sustu

- Neden?
- Bu yolun bizim yolumuz olmadığını, bir yalan olduğunu bilememişim.
- Bana bir masal anlatır mısın?
Adam, kollarını iyice kadına sardı. Kadın bedenini adama iyice yasladı.
- Bir gece, tüm kentin ışıkları söndüğünde bir adam ve bir kadın bir birlerine bakıp, sadece o karanlıkta sen iyi ki varsın demişler. Adam ve kadının bedenleri karanlıkta seçilmezken sadece birbirlerinin gözlerini görmüşler. O gözlerde aslında gittikleri yolların yalan, sevgilerinin ise gerçek olduğunu anlamışlar.

- Selim

- Masal anlatıyordum.

- Biliyorum, seni seviyorum,

- Selin,

- Masalı dinliyorum.

- Seni seviyorum.


Selin, Selim in elini dudaklarına götürüp up uzun öptü. Onu hep seven eller olduğunu biliyordu. Bu eller yıllarını verdiği adamın elleriydi ve bu ellerin onu seveceğini bir kez daha anladı. Gece bitmiş gün yeni bir hayata başlamıştı. Tüm bir gece boyunca yaşadıkları kabusla öğrendikleri; kaybettikleri üç harf onlarındı.

vgi.

Read more...

Adam-Kadın ve Gece 8

“O aradı Selim”…
Kafasında yankılanıyordu bu cümle, “o “ aramıştı. Peki ne yapıyorum, neyi koymaya çalışıyorum ki. Bildiğimi bilmekle. “O” aradı işte ve ben yokum ki. Ne ki duymaya hep alıştığım aslında sen dur sen yapamadığımsın iştenin ötesine geçemeyen.

“ “O” aradı Selim…”

Telefon elinde öylece duruyordu, içinde o bildiği ve hiç de yabancısı olamadığı duygunun palazlanmaya başladığını hissetti. Nefes alışı değişmişti, iyi tanıyordu bu halini ve gene geliyordu. Uzun süredir bastırdığı, ehilleştirdiğini sandığını.

- Nefes almalıyım, sıkı nefes al Selim durma…
- Dur durmalısın sakın ha…
- Nefes al burnundan nefes al ve ciğerlerinden boşalt…
- Öfke olmayacak Selim, öfkeye yer yok senin hayatında artık….
- YETER…

Kafasından boşalan terle ve iki eliyle kafasını hızlı hızlı kaşırken kafa derisinin acısıyla kendine geldi. Ne kadardır bu halde olduğunu düşündü. Bilemedi.

- Bunu biliyordun, bunun böyle olacağını biliyordun. Salak kafalı…
- …
- Daha öncede bildiğini yaşayıp bir ufacık umuda yıllarını vermedin mi?
- Verdim…

Yere uzandı, tüm vücudunun yerle temas etmesini sağlayarak sakinleşmeye çalıştı.
- Ben ne yaptım yahu gene. Bir sınır vardı önümde ve ben gene bu sınırı, sınırın ötesini biliyordum. Girmek zorunda mıydım ki?

Yerde öylece tavana dikti gözlerini tüm vücudunun ağırlığını zemine yayıp zeminle bir olmayı hissetti. Beynindeki zigzaglar durdu o anda. Kendini tebrik etti, eyleme döndürmeden durdurmuştu en garabet yanını. Öfkesini susturmayı başarmıştı.

- Aferin sana, cam çerçeve yerinde duruyor ve telefonda tek parça.

Yerden kalktı, koltuğa oturdu kadehine uzanıp büyücek bir yudum aldı, rakısını rakıya olan saygısını yok sayarak direkt midesine indirdi. Şölen değildi rakısı o anda, sadece alkolle bir alış verişti hepsi bu. Telefona uzanıp numaraları cevirdi.

- Alo.
- Hı
- Halit, hı değil de be adam bir kere.
- Bu saatte sadece hı denir
- Müsait misin
- Değilim
- Olsan şaşardım
- Ne var be oğlum
- Yok bir şey, yarın buluşalım mı?
- Olur, iyi misin sen
- İyidir ekme yarın beni.
- Ebeni eksinler senin, ekmem söz
- Bilirim ben senin sözlerini.
- Git işine yarın konuşalım haydin.

Telefonu kapattığında aklında Selin den tek bir şey olmadığını fark etti. Beni üzemezsin sen, demişti ona. Bunu daha kimlere dediğini düşündü. Peki ne yaşamıştı, neydi bu onu gene öfkesiyle karşılaştıran.

- Sektiğim yerlere düşmanlığım benim ne zaman bitecek yahu…

Sakladığı ve ret ettiği karşısına dikilmişti gene. Selin, o çok sevdiği o çok istediği bile bunun ötesine geçemiyordu. Oynadığı oyun her yenilgisinde karşısına çıkıveriyordu.

- Gittiğim yol, gitmek istediğim yol değil. Yalan söylemeye gerek yok.

Read more...

Adam-Kadın ve Gece 7

Telefonun ekranına baktığında, “o”nun adını okudu. İçindeki hasretin yüzüne vuran ateşi ile bir anda ne yapacağını şaşırdı. İşte “o” arıyordu…
Eli titreyerek yes tuşuna dokundu, ne diyebilirdi içinde kocaman gel diyen bir ses vardı sustu sadece;
- Selin,
- Efendim
- Nasılsın.
- İyim.
- Sesini duymak geldi içimden bir an ve aradım umarım rahatsız etmemişimdir
- Yo, Özlem var bende, onla laflıyorduk.
- Selam söyle ona
- Olur
- Haydi iyi geceler size.
-
Sessizliğe büründü gene ortalık. Selin elinde telefon boş gözlerle Özlem’e baktı. Ne olmuştu şimdi, tüm taşlar yerine otururken bu aramanın ne anlamı vardı ki. Her gün biraz daha ondan uzağa giderken, her gün yalnızlığının keyfine varırken, her gün onla olan çözümsüzlüklerini çözerken niye şimdi ve niye bu gece aramıştı ki. Ve gene istediği gibi girip hayatına, istediği gibi çıkmıştı hayatından, şımarık bir çocuk gibi…

- Al işte kırk kere dersen olurmuş, boyun uzadı mı şimdi,
- Özlem, niye dokunmayı istediğinde dokunup gidiyor ve ben niye buna izin veriyorum ki. Al işte bak “sesimi duymak istemiş”, peki nerede şimdi ha, kimbilir az sonra kimin yatağına girecek. Bense bir sesle kalakalacağım bir daha arayana kadar.
- Neden hep bizi üzenlere bu saçma sapan takıntımız, üzülmek mi aşk,
- Bilemiyorum inan bilmiyorum, ama onun bu gelip bir dokunup gitmesi ve benim onu bekleyişim sürüyor.
- Kızım sen hala anlayamadın mı, o hiç sorumlu olmayı yeğlemedi ki, o hep kendini yaşadı sense onu hep bekledin o ise beklenmeyi sevdi. Egosuna iyi geliyordu bu zira.

Telefonun sesiyle iki kadın bir kez daha birbirlerine baktılar, Selin telefona uzandı içinden “o” arıyor gene işte sevinci yükseldi, bu sevinci içinde ikinci bir ses karşıladı “o” bizim hayatımızda olmamalı.
Telefonda Selim’in adını okuyunca rahatladı ama içinde kabahat işlemiş bir kızın mahcubiyeti dalgalandı. Ne demeliydi Selim’e…

- Alo.
- Müsait misin?
- Evet, nerelerdesin sen?
- Buralardayım
- İyi misin sen?
- İyim yahu, ne yapıyorsun bakayım diye aradımdı.
- İş güç işte bildiğin gibi.
- Öylesine aradım ben de.
- Arkadaşımla dedikodu yapıyorduk bizde.
- Aman ne hoş haydi devam size, iyi geceler olsun.
- İyi geceler.

Telefon kapandığında Selin gene boş gözlerle Özlem’e baktı. Telefon gene çaldığında şuursuzca yes tuşuna dokundu. Selim in sesini bir an daha duymak hoşuna gitmişti.

- Alooo
- Efendim,
- Ben seni seviyorum, biliyor musun sen çok fazlasın…

Selin duydukları karşısında duraladı. Niye her şey böyle üst üste olmak zorunda ki, zamanın tüm ânları tükendi mi ki bu gece ve birkaç dakikada dengelerine bu hücumları yaşıyordu.

- Selim,
- Biliyorum sınırı aştım, ama bu böyle.
- Selim, az önce “o” aradı…
- …
Telefonu kapattı ve ağlamaya başladı. Hıçkırıklarını tutamıyor içinden yeter artık diye haykırmak geliyordu hıçkırıklarının arasından kekeleyerek sadecetek bir kelime döküldü geceye;

- Neden…?

Read more...

Adam-Kadın ve Gece 6

Köşedeki çiçekçiye baktı, çiçeklerin hepsi günün sıcağında boyunlarını bükmüştü gene. Almaya kıyamadı bu boynu büküklüğü. Çiçekler almalıydı oysa. Çiçekler, yıllarca alınmamış çiçekleri kendine almalıydı. Çingene kadının “ablaaa değişine bakmadan yürüdü evinin yoluna. Market torbalarının ağırlığını avuçlarında hissetti. Yemek yapacaktı bu gece ve üstüne üstlük keyifli bir yemek olmalıydı bu, arkadaşı gelecekti. İki eli dolu olunca niye hep burnu kaşınıyordu ki, en umarsız anlarda bunu yapardı burnu.
Kapısını açtı, gene sessizliği kontrol etti. Poşetleri mutfağa bırakıp, yatak odasına gidip soyundu. Aynı hızla mutfağa girip poşettekileri dolaba yerleştirdi. Bu işlem bittiğinde kafasında kurguladığı menüyü hazırlamak için nereden başlayacağını kurguladı.
- Yahu Özlem geliyor ya, ne ki yani. Makarna yapsam şöyle soslu yetmez mi. Yetmeeeez . Ben birilerine yemek yapmayı seviyorum ya. Haydi…
Kapının zili çaldığında gecen zamanı hatırlamıyordu. Koşarak kapıyı açtı. Özlem elinde bir şişe şarapla kapıdaydı.
- Hoşgeldin Külkedisi,
- İyi akşamlar Pamukprenses
- Duydum ki elma yerine ayva vermişler size.
- Aaa kim dedi…
- Salak şıllık dur geri de gireyim.
- Bak kalbimi kırdın gene
- Hadi oradan…
Özlem içeri girdiğinde mutfaktan gelen kokularla duraksadı;
- Domestik karı neler yaptın gene duramayıp ha.
- Aman be öyle bir şeyler işte abartma
Özlem, tirbuşonla şarabı açmaya çalışırken ;
- Yahu şu erkeklerin en çok nesini seviyorum biliyor musun?
- Nesini?
- Açmalarını
- Nasıl yani
- Bak şimdi, şu şarabı açmaya ve ya sütyenimin kopçasını açmaya hiç uğraşmak zorunda kalmazdım burada bir erkek olsaydı.
- Sen azdın kızım, azdın.
- Ama doğru.
- Of git ya işine.
- Ah benim rahibe Teresa’m
İki kadın ellerinde tabaklar masayı yerleştirip, arada bunu nasıl yaptın kız bak böyle yapıyorum daha kolay oluyor gevezeliklerinden sonra. Masaya oturdular.
Selin, Özlem e bakıp;
– Söyle bakalım gene ne oldu, aramadı değil mi.
– Evet aramadı ve aramıyor da.
– Eee
– Kızım, ben bu erkekleri anlamıyorum al sana aşk işte diyorsun, onlar ucundan azıcık deyip kaçıyorlar.
– Erkekler korkakdır anlamadın mı daha
– Yahu ne yaptık ki korkutacak
– E seviştin onla değil mi, e şimdi ya dahasını istersen.
– Dahası ne yahu bedenimi açan benim be
– E işte
– Ya bu vermek lafını kim çıkarttıysa valla en azılı bir düzine adam bulacağım neyse vereceğim parasını ve bir güzel düzdüreceğim.
– Oh yarasın ben de ortak olurum paraya.
– Sen de hele, hala yok değil mi ortalarda.
– Yok ve yok olmayı da sürdürecek.
– Sen, salaksa hala onu bekle.
– Seviyorum ben onu ve bundan ona ne.
– Hah Selim, geldi hoş geldi. Sahi o ne yapıyor.
– İyi arada bir uğruyor, havadan sudan konuşup gidiyor.
– Selim gibi adamlar valla her eve lazım, alıp köşede tutacaksın onları.
– Selim fazla bir adam
– Ya siz niye Selim le olamıyorsunuz yahu
– Olamayız
– Niyeymiş
– Biz arkadaşız, dostuz onla. Bizim çizgimiz bu.
– Yahu adamın bakışında seni seviyorum var sana karşı be, kimi kandırıyorsun.
– Yok be, bakmaz o öyle…
– Ha tabi,
– Hem o benim gerçekten kime aşık olduğumu biliyor.
– Selim işte, tipik Selim her boka maydanoz. Kendi için istemeyen, istemeyi bilmeyen.
– Selim dost Özlem ve böyle de kalmalı. Dahası yok.
– Ne yani hiç mi istemiyorsun Selim le sevgili olmayı yalancı.
– …
– Yahu, sen de ona yakınsın bunu niye saklıyorsun ki kendinden.
– Evet ama ben hala o nu seviyorum ve içim hala onla dolu.
– İyi madem
Selin, "o"nu düşündü. Ne çok şey yaşanmıştı "o"nla. Ne çok yıl ve ne çok telaş, ne çok birlikte anı ve ne çok birlikte bir yığın yılgınlık. Ve "o" bir gün kapıyı kapatıp öylece gitmişti. Oysa hep sen beni bir gün terk edeceksin bunu biliyorum derken "o", kapıyı kapatıp gitmişti. Öylece bıkmışlardı birbirlerinden ve "o" gitmişti.
- Ne düşünüyorsun gene arpacı kumrusu.
- Hiç, nasıl buralara sürüklendiğimizi düşünüyorum.
- Basit, zamansız yediverdik.
- İlk soğuktada da döküldük mü yani. Hadi oradan benim verdiğim mücadeleyi unutma.
- Hah sanki o vermedi.
- Evet ama o an göremiyordum ki. Öyle boğmuştu ki beni.
- Ya şimdi
- Evet o da haklı. İşte o yüzden onu özlüyorum ya.
- Ne garip, kaybettiklerimizin ardından ağlıyoruz ve buna da aşk diyoruz.
- Hey Selim leştin sen de. Ya iki gündür onu aramayı istiyorum ama elim bir türlü telefona gitmiyor.
- Niye,
- Sanki ararsam onu demek istediklerine yol açarmışım gibi geliyor ve derse hayır diyemezmişim gibi geliyor. Ama hayır demeliyim. Onu buna alet edemem. Zira ben Selim'i seviyorum o hayatımda hep olmalı. Ama "o" var ve ben daha bunu çözmedim.
İki kadın up uzun sustular. Telefonun çalması ile her ikisi de daldıkları yerlerden irkildiler. Selin aklına gelen dizelerle telefona uzandı.

Durup dururken hiç bitmeyecekmiş gibi bağlanıyorum başladığım güne,
Ve her seferinde sen çıkıyorsun suyun yüzüne...(Nazım Hikmet)

Read more...

Adam-Kadın ve Gece 5

- Böyle de yaşanmaz ki, bilirken rüyaların bölünmüşlüğünü.

Nereden takıldı ki bu laf ağzıma sabahtan beri geveleyip duruyorum. Diye düşünürken, bir yandan da derin çantasının diplerine inmiş kapı anahtarlarını bulmaya çalışıyordu. Her gün şu anahtarı en kolay alınacak yere koymak için yemin ediyorum kendime ve her gün kapıdan çıkarken çantama atıp gene bu çileyi çekiyorum ya pes bana.
Kapısını kapattı ve kapıya yaslanıp oh dedi, yaşasın evdeyim ya, diye geçirdi içinden. Evin sessizliğini dinledi, hiçbir fazla ses yoktu içeride. Ayakkabılarını çıkarıp büzüşmüş ayak parmaklarını oynattı. Çok komik geldi ayak parmakları. Doğru yatak odasına gidip soyunup banyoya gitti lavabonun başındaki aynada bütün gün suratına yaz sıcağı ile yapışmış makyajının haline baktı. Temizleme losyonunu eline aldı.

- Ne çabuk bitiyorsunuz siz yahu dibinizi delik mi üretiyorlar sizi kuzum.

Havluluğa döndü ve asılı iki bornozu gördü pembe ve mavi iki bornoz yan yana duruyordu. Niye kaldırmıyorum ki bunu sanki.

- En son Onur kullandı onun bornozunu sanki bir daha kullanacak mı ki. Hayır.

Ben ne yapıyorum ya, diye düşündü içinden ne bu imkansız insanlara yönelme durumum benim. Onur, ne iyi geldi onla geçen zamanlar, ne kadar da hiçbir yere gitmeyecek bir durumdu ve su yolunu öylece bulmuştu işte.

- Kimse olmasın istemiyorum kimseyi. Aynı sahiplenmeler ve sınırlamaları istemiyorum ben artık.

Aynadaki yansımasına bunları söylerken hırsla yüzündeki makyajı sildiğini fark etti, adeta derisini kazırmış gibi.

- Ben iyim, ben iyim…

Salona geçtiğinde mumlarını yaktı balkon kapılarını açıp akşamın ılık havasını salona davet edip koltuğun sağındaki yerine oturdu. Dün geceden kalan kadehe baktı ve mutfağa götürmeyi düşündü.

- Çok yakıştın buraya kadehçik seni bu gece de burada bekleteceğim. Kimsenin bana ne dağınık kadınsın deme gibi bir hali yok.

Televizyonun kumandasını eline alıp kanalları şöyle bir geçti, hiçbir şey yoktu. Ah bir ağlak Türk filmi olsa şimdi ne güzel olurdu gülüp gülüp üstüne birde ağlardım. Karnım davul gibi zaten sökülemedi gitti şu lanet zaten. Kitabını eline aldı, ayracı son sayfaya koyarken, evdeki sessizliğe takıldı kafası. Müzik setinin kumandasına uzandı odayı dolduran müzikle mumlarına baktı.

- Hey hazreti Selin türbesi gibiyim ha…

Selim, bu adam ne yapıyor bir var bir yok. Onlayken hep sesiz bir şeyler demesini duyuyorum, kafa sesi hep ortalarda. Ama hep beni dinlemek için duruyor ve susuyor. Dememelerine ne güzel bir kılıf yarattı. Öylece sarılmak geliyor ona bazen içimden ama yoo ben tek başıma geçmeliyim bu yolu. Biriyle aşmayacağım onun yokluğunu bunu tek başıma yapmalıyım. Ama peki niye bekliyorum bu adamı ben, niye yok oluverdiğinde arıyorum ki.
Yerinden kalktı, kadehi de eline alıp mutfağa yöneldi. Kadehi bulaşık makinesine yerleştirdi. Buzdolabını açıp çikolatasından kocaman bir parça koparttı. Bira alıp kapağı kapattı. Biranın soğukluğu avuçlarının sıcağına iyi geldiğini hissetti.
Balkona çıkıp oturdu gece günün sıcaklığını hala taşıyordu. Karşı balkonda oturan adama baktı önünde gene bilgisayarı ile bir şeyler yazıyordu ayaklarının dibinde yatan kedi ile bu adamı hep merak etmişti.

- O da yalnız işte hepsi bu.

Ne istiyorum ki ben bir işim, evim, bir yığın arkadaşım var illa biri mi olmalı mı yani. Bak ne güzel işte tek başıma pek de güzel idare edebiliyorum. Ne yani su damacanasını kaldıramazsam iterim olur biter. Hep her şeyi planlamak zorunda olmadım mı, bir damacanayı da iterim. Ne çok bıktım çekiştirmekten hayatı. Ne çok şekil vermek telaşındaydım ilişkime, ne çok ben böyleyim işte kabul et vardı. Ne çok istedim terk etmeyi ve ne çok korktum terk edilmekten.
Selim, tüm bir geçmişi ile savaşmaktan yorgun ama benim var oluş savaşıma nasıl böyle destek olabiliyor ve nasıl dün tortularımı yüzüme vurup beni kendimle savaştırıyor ki. Neden bu adama karşı hep istekli ama bir o kadar isteksizim ki.

- Hayallerim var benim, hedeflerim. Kimseye tabî olamam ben. Gidilecek yerlerim var. Sorumlu olmak, ait olmak istemiyorum.

Şu kapı çalsa şimdi ve hey Selin dese bak ben geldim seni seviyorum dese ne derim. Kim peki, Selim mi çalsa kapıyı. O mu yoksa. Benliğimle yaşadığım dünya arasında dengelerimi kaybediyorum çoğu zaman. Ağlamak istiyorum işte tam bu anda böğüre böğüre.

- Hiç mi yaşamadı ben için o ben gibi?

Read more...

Adam-Kadın ve Gece 4

Artık yeter, kafamın içinde ne varsa silmeliyim, yok etmeliyim, dün biteli çok oldu. Sona erdi işte bitirdim hepsini ne varsa düne ait…
Kendi dünyam burası ve benim, bana ait. Bu duvarlar, bu kapı, bu mutfak, bu koltuk. Beni dünyam ve ben burada yaşıyorum…

İşinden çıkıp İstanbul trafiğinde geçirdiği saatlere lanet okuyup yatak odasına yöneldiğinde kafasında bu cümleler dans ediyordu. Topuklu ayakkabılarını ayağından çıkartırken niye bir numara büyüğünü almadım ki sanki diye düşündü.

- Aklım taba rengi olanındaydı aslında, ne akla hizmetse bunu aldım hem de bir numara küçük.

Üstündeki beyaz bluzu çıkarıp askıyı sabah bıraktığı yerden alıp gardropa yerleştirdi, tea-shortünü giydi eteğini çıkartıp eşofmanını giydiğinde artık evinde ve oydu. Gün içindeki, gelgitlerin hepsi gerideydi artık.

- Of niye sıkıyor bu sütyen ya bu gün, göğüslerim ağrıyor, daha bir hafta var regl olmama ne bu şimdi ya.

Kopçalarını açıp tea-shortünün kolundan sütyenini çıkarıp yatağa fırlattı.Mutfağa yöneldiğinde, evdeki sessizlik dikkatini çekti, salona yönelip müzik setini açtı. Mutfağa dönüp dolaptan yemeğini çıkarıp ısıttı.

- Ne yapmışım bakim?

Gülümsedi lafına, kime ne ki diye düşündü. Tabağına koydu, elinin ikinci bir tabağa uzandığını fark etti. Alışkanlıklar çabuk değişmiyordu. Tabağını alıp mutfaktaki masada yemeğe koyuldu. Dışarıda hava kararıyor ve onun için bir gece başlıyordu işte.
Mumlarını yaktı, dün geceden kalan beyaz şarabını eline alıp kanepenin sağına sıkıştı. Telefonun sesiyle irkildi.

- Ya tam kıçımı koydum kim bu şimdi.

Telefonuna baktı Selim yazıyordu, içinde bir şeylerin hareket ettiğini hissetti. Kendine kızdı, hayır daha değil daha kimse olamaz. Telefonun yes tuşuna dokudu.

- Selim,
- Yes patates, nasılsın bakim.
- Ne bileyim ya evdeyim işte.
- Ne o, kırmızıları yakmışsın sen bu gece.
- Oradan öyle mi görünüyor.
- Oho, Nasa dan aradılar az önce, uzay mekiğinin kırmızı tarayıcılarında yük varmış, kaynağını araştırmışlar senin evinin oralar çıkmış.
- Seni niye arıyorlar beni arasalar ya.
- Aramışlar sana ulaşamamışlar beni aradılar.
- Hııı…
- Ya hıı…
- De bakayım sen ne oldu hele.
- Yok bir şey
- Varsın yok olsun o zaman.
- Sen nasılsın
- İyi ben de evde pinekliyorum ne yapıyorsun bakim dedim.
- İyi madem.
- Eh iyi o zaman. Sil şu kırmızıyı e mi.
- E…
- Selin…
- Efendim
- Haydi iyi geceler olsun.

Telefonu kapattığında Selim’in varlığını sevdiğini düşündü. O vardı, hem bir adım ötesinde hem de bin adım ötesinde duruyor ve sadece o na baktığını biliyordu. Onu tanıyalı ne kadar oldu diye düşündü. Bir yıl mı yoksa daha çok mu. Bilemedi. Sanki hep vardı ama hiç yoktu.

- Hadi oradan kimseyle uğraşamam yahu, ne güzel işte kendimleyim ben.

Mumlarını seyretti duvardaki yansımalarına baktı, Selim in bir lafı geldi aklına unutma demişti ona, unutma sen kuklacısın ve kuklacılar sevilmez. Hayatı hep kurguladığını biliyordu ama hiç insanları yönlendirdiğini düşünmemişti. Ama hep hayata yön veren olmak durumundaydı.

- Bunu ben istemedim ki siz sadece bana çok gördünüz. Sizin yerinize de ben sevmek zorunda kaldım. Sizse sadece korktunuz…

Read more...

Adam-Kadın ve Gece 3

Anahtarını kapının kilidine soktuğunda, ne kadar yorgun olduğunu düşündü. Bir gün daha bitti. Gene işini yapmış fahişe bezginliğinde. Yolda geçirdiğim zamanları toplasam ömrümden ne kadar zamanı kapsar acep. Diye geçirdi kafasından; kapı inleyerek açıldı, kapıyı kapattığında artık gene yalnızlığının üstünü örtebilirdi artık.

- Merhaba ev.

Yatak odasına girip soyundu, yatağına baktı sağ tarafında iki yastık sol tarafı bomboş. Pike sol yanın boşluğunu pek güzel doldurmuş sağ yandaki kırışıklık sola bulaşmamış.

- Yahu ben bu çarşafları niye tam yıkıyorum ki, baksana yarısı tertemiz ve de mis gibi de ütülü duruyor.

Mutfağa yöneldi, dün gece yaptığı mantarlı etini dolaptan çıkartıp ocağın üstüne koydu. Yemek ısınırken bir sigara yakıp mutfak penceresinden dışarı baktı. Bakkalın önünde biracılar gene yerlerini almış biralarını içip mahalle kızlarının popoları ve göğüsleri ve onlarla hayallerini kurdukları sevişme fantezilerini konuşuyor olduklarını hemen anladı.

- Selim abi huuuu. Gelsene yahu bak buz gibi ya…
- Yahu gidin işinize oğlum pestil gibiyim yeni geldim daha yemek bile yemedim, ayaklarımı uzatıp şöyle oturacağım. Hayaliniz bol olsun iyi keyifler size.

Tencereyi karıştırırken, onu düşündü. Aramamıştı gecen gece, ararım seni akşam demiş ve aramamıştı. Selim de aramamıştı onu. Kafasında binbir sualle aramamıştı.

- Beni aramayanı ne arayacağım yahu. Ararım dedi aramadı.

Yüzü sardı beynini, yüz hatlarının mini minacık ne çok detaya sahip olduğunu fark etti o an. Boynunun inceliği ve bu detay yoğunluğunu taşıyan başın ne kadar güzel bir surata sahip olduğunu bir kez daha kabul etti.

- Ne güzelsin sen ya. Ne çok güzel.

Yemeğini tabağa koyup, mutfakta yiyip, kendine bir duble rakı koyup, kitabını eline alıp köşesine çekilmek için can atıyordu. Neruda ile boğuşmaları tam bir haftadır sürüyor ve bu adama olan eski tutkusunu tekrardan yeşertmenin keyfi ile adeta sarhoş gibiydi. Devrimci yıllarının o delişmen Orta Amerikalı devrimci yazarıyla tecavüze uğrattığı yılları sonrasında gene devrimci ruhunu öne alıp okuyordu. Ne kadar az anlamışım onu hayret diye düşündü.
Köşesine kurulup ışığını yaktı kitabını eline aldı,

İnsanlar nefret ediyor gibiydiler
Birbirleriyle.
Yine de aynı gece
Birbirlerinin üzerilerini
Örtüyorlardı.
Bizi uyandıran
Tek ışık.
Dünyanın ışığıydı bu!
…*

….
Tos vurur taşa;
“Ben deniz” der durur,
Gel de taşı inandır.
…**
İki ayrı şiirden kalan bu iki kalanla tam üç gündür cebelleşiyordu zihninde. Denizin taşa, dünyanın ışığının insana ne anlatmaya çalıştığını bu iki alıntı ile çarpıştırıp duruyor ve hepsinden öte bu alıntılara “o”nu niye koyuyor olduğunu anlayamıyordu.
“O” na hep bir adım geri durmuştu. Ama giderek bu geri duruşun “o”nu istememeye engel olmadığını anlamıştı. Evet “o”nu istiyordu hayatında “o” nun hayatına girmek istiyordu. Kitabın sayfası açıktı ve o sadece harflere bakarken kendini buldu. Suratından kopamadığını ve “o”nu ne denli özlediğini anladı. Telefonunu eline aldı numarasını direk aranan kısa yollarına kaydetmişti numaraya bastı…
Zaman niye böyle yavaştır ki çalan bir telefon zilinin dıtları arasında.

- Alo.
Bana hiç alo ile yanıt vermezdi, niye sesi böyle soğuk ki, ne yaptım ki yahu, neye sıkkın acaba?
- Müsait misin?
- Evet, nerelerdesin sen?
- Buralardayım
- İyi misin sen?
Hayda, ben soracaktım bunu, niye rol çaldın şimdi yahu. Sesin niye öylesi uzak peki o sıcacık sesleniş niye yok bu gece. Niye…
- İyim yahu, ne yapıyorsun bakayım diye aradımdı.
- İş güç işte bildiğin gibi.
- Öylesine aradım ben de.
- Arkadaşımla dedikodu yapıyorduk bizde.
- Aman ne hoş haydi devam size, iyi geceler olsun.
- İyi geceler.
Telefonu kapattığında kafasında sadece kocaman bir şüphe vardı. Sesi soğuk ve sesi öyle uzaktı ki ondan.
- Kadın, seni seviyorum ben ya. Gene diyemedim ya, bu mu suçum, duymaya hazırlandığını diyemeyen adamın diyememe garabeti.

Bilebilir misin peki, hayırının beni yeneceğini. Hani peki seviyorsam sana ne demenin o vurdum duymaz başkaldırışı, ne bu ilke edindiklerinin ezilişi.
Telefonu gene hırsla eline aldı ve son aramayı yineledi;
- Alooo
- Efendim,
- Ben seni seviyorum, biliyor musun sen çok fazlasın…
- …


* Pablo Neruda “Asma çubuğu ve rüzgar”

** Pablo Neruda “Deniz”

Read more...

diplerde

*Hayatın seni savurduğu yer, senin savrulmak istediğin yer olmayabilir. Dur ve bak; "buraya nasıl geldim"

*dünya batıyor iyi tutun, güneşle tek başına bırakacak seni.(haiku)


İzleyiciler

  © Blogger template Romantico by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP