Korkmayın açık denizlerde sizi batıracak dalga yoktur. Sığ sulardır hep bir tekneyi alaşağı eden. Kaybolmaktır en kötüsü denizlerde, fenerlere güvenin. Buyrun deyin lafınızı, lafla yürüsün peynir gemileri bu kez.





Adam-Kadın ve Gece 1

>> 12 Haziran 2008 Perşembe


Buzdolabını açtığında rakısı ve soğuk suyunu görünce sevindi.


- Hey iki yakışıklı pek bir soğumuşsunuz.


Yepyeni bir geceydi dün gecelerden farklı olmadığını biliyordu. Bardağını alıp rakısını koydu, soğuk suyu yavaşaca rakının üzerine eklerken rakının anasonunu rahatsız etmemeye özen gösteriyordu. Rakının suyla beyaza çalmasını seyretmeyi seviyordu.
Köşesine oturduğunda kafasını günlerdir kemiren soruyu karşısına koyup, rakısından büyük bir yudum aldı. Rakının ağzındaki o hep bildiği delişmen halini dinlendirip gırtlağına taşıdı.


- Bir erkek niye sevdiğini bir çırpıda söyleyemez?


Güldü kendine, oysa ne kocaman laflar ettiği geldi aklına. Geceler boyu dost sofralarında dememeler üzerine konuştuğu ve ahkâmlar kestiği durumları düşündü.


- Hayırı duymayı bilemedik biz insan oğlu…


Kelimeler ağzından dökülürken rakısına uzanıp kadehini havaya kaldırıp sonra kocaman bir yudum alıp duvarına baktı. Mumlarının titrek gölgelerinin oynaşmasını seyretti.


- Yahu ben bu kadını sevdim, daha ne ki…


“Sevdim” lafı kafasında yankılanmaya başladığında:
- Biz erkeklere boşuna boş kafalı demiyor kadın milleti, baksana nasıl bir kelime yankılanabiliyor cın cın.


Güldü, yüzünü getirdi gözlerine. O kadar biliyordu ki yüzünü. Gülümseyişini koydu en öne. İçini ısıtan gülümsemesini.

- Ne garip hep varmışsın gibi, oysa ne kadar oldu ki seni tanıyalı. Nasıl doldurabildim içimi senle.


Rakısına elini uzatıp bardağın soğukluğunu avuçlarında hissetti. Başka şeyler düşünmeyi denedi. İçinde taşan ve onu sürekli dürten bu düşüncelerden, cümlelerden kurtulmalıydı.
“Bu bir insan için ufak, ama insanlık için büyük bir adım.” Aya ilk adımını atarken Neil Armstrong bu lafı sarf ederken bu insanlığın içine beni niye katmış ki diye düşündü. Ulaşılmaza ulaşarak ne kazandı ki insanlık. Adım atılmış bir ay istiyor muyduk ki acep.
“Ulaşılmaz” Bu laf kaç gündür tüm cümlelerinin niye sonuna gelir olmuştu ki. Ulaşılmaz olarak görüp bahaneler üreterek nereye varabilirdi ki. Bunu böyle düşünmeyi sevmediğini biliyordu aslında.

- Bir Armstrong olamayacak mıyım yani yahu. Pes bana.


Gülümsedi, rakısı avucunda soğunu yitirdi. Ne zordu oysa dememenin o içini kemiren hali. Soruların yanıtlarında kaybedişlerin de olabileceğini bilmenin o berbat hissi. Öylece aynı bir geceye merhaba deyip buzdolabından ikinci dublesini doldurmaya giderken.

- Sana seni çok sevebileceğimi söyleyebilirim. Bu doğru da olur. Duruyorum, durmaktansa nefret ediyorum. Böyle de sevilmez ki…

Read more...

Adam-Kadın ve Gece 2


Bu şehirden nefret ediyorum, bu trafikten, bu gürültüden, bu şeritinden gitmeyen ahmak kafalıdan.


- Hey bay ayı, pişt hop sana diyorum alooo sen siyah Audi’li Türkiye vatandaşı huuuu gel tepeme çık. Ben zaten Tanzanyalıyım. Ayıııı…


Sesi tüm bir gürültüde yitti. Audi’li ayı duymadı, sinirlendi daha çok, hoş duysa daha çok sinirlenecekti. Bu seferde arabalardan inilecek bir itiş kakış yaşanılacak birileri kornalara asılacak, birileri ayırıp arabalara tıkacak tarafları ve hırsından gazı kökleyip ben seni hııılar salınacaktı ortalığa


- Sen dua et be gün pek güzel bitiyor, sen dua et o arayacak beni…


Boğaz Köprüsünün üstüne geldiğinde arabanın ön iki camını da indirdi. Boğaza kuzeyden esen rüzgar, arabanın içinden geçmeye başladığında sol eli direksiyonda sağ elinin avucunu açıp rüzgarın elinden kayışını hissetti. Güneş Sarayburnu’nun ardına çekilmiş, usulca eski kentin içinde uyumaya yatıyordu. Evet bu şehirden nefret ediyordu ama dünyada kaç şehirde rüzgarı elinize alabilirsiniz ki.
Gişelere yaklaştı diiit arabanın OGS’ si öttü gene ödedik diyetimizi Deli Dumrul’a vay be her dıt bir diyet günün sonuna sanki. Dıııt bitti bu gün haydi kıtana.

- Kız diyecem sana bu gece, valla seni seviyorum ben duramadım aha işte diye.


Peki ya, o ne diyecek salak adam niye bu kadar geciktin mi, yoksa sınırlarımız belliydi sen ve ben çok iyi arkadaşız ama o kadar mı. Gaza asıldı hırsla, direksiyonu tutan elleri adeta direksiyonu boğuyordu, elinin acıdığını hissetti. Gaz pedalının sonundan ayağı öteki tarafa geçmeye zorluyordu. Önündeki her araba nefret edilesi bir rakipti.

- Ya bir dur be salak şey, hop bir dur. Nesine kalkışıyorsun bir yığın heveslere. Önce bir dur bakalım hazır mısın sen sarmaya ha?


Arabayı park etmekten çok adeta fırlatıp attı, hışımla evine çıktı. Kapıya anahtarı soktuğunda, sakinleştiğini hissetti. Evine sakin gireceğine yemin ettiğini hatırladı. Orası onundu ve oraya öfkelerini sokmayacaktı, gün bitmiş ve gece başlamıştı artık o vardı ve gerisi önemli değildi yaşanan her şey sadece birkaç saniye gerisindeydi ve eşikten geçip kapıyı kapadığında hepsi dışarıda kalacaktı.
Kapıyı kapatıp ayakkabılarını çıkardı artık ayakları da özgürdü. İşte krallığına varmıştı sonunda.

- Bitti işte bir yorucu gün daha, sizin için yaşadım günün ilk ışıklarından bu saate kadar, şimdi kendimim.


Sol eli ile sağ bileğini şaklatarak kapıya doğru şakı bol sesli bir nah çekti. Ceketini çıkarıp astı saatlerdir yolda dolan mesanesini boşaltmak için tuvalete yöneldi. İşemesinin keyfini uzun çıkardı. Bütün günü işedi bir çırpıda klozete. Kapağı indirdi.


- Ulan eskiden kapağı indirmedin diye fırça yerdim şimdi ayakta işeyen tek benim kapak indiriyorum salak mıyım ben. Evet salağım.


Musluktan akan soğuk suyla yüzünü yıkarken, kirlenmiş bir fahişenin kendini arındırmaya çalışması gibi yüzünü ve ensesini bastıra bastıra oğuşturdu.
Mutfağa girdiğinde kafasında rakının altına ne yesem vardı ,yemek yapmaya üşendi. Telefona sarıldı.


- iyi akşamlar ben Selim,
- O abi iyi akşamlar olsun emret
- Emir değil oğlum sen beni diktatör mü sandın. Ulan hep bu geyiği yapmaya usandım senle ha.
- Abii, bak sana bu gün bir Urfa yollayayım ha.
- Yok şehir istemiyorum bu gece şehirleri sevmeme günümdeyim. Sen bana iki tane lahmacun yolla.
- Abii
- Neeee
- Bak bir çiğköfte var parmaklarını yersin.
- Yok ben lahmacun yiyeceğim parmağımı da ebene yollamak istiyorum. Yahu tamam be, lahmacun parası kadar telefon parası ödüyorum sayende, nah bahşiş yollarım.
- Yolda abi siparişin.


Telefonu kapattığında telefona hayranlıkla baktı ve çalacaksın değil mi az sonra ve o arayacak değil mi ha diye düşündü.
Kapının ziliyle yerinden fırladı lahmacunları gelmişti. Lahmacunları bir çırpıda yedi. Artık hazırdı usulca mutfağa girip dolabın önünde durdu. Dün gece gibi bir geceydi ama farklıydı. Farklı olduğunu biliyordu, kulağı telefondaydı telefon çalacak ve onun sesini duyacaktı akşam seni ararım demişti. Dolabın kapağını açtı, iki sevdiği şişe yan yana duruyorlardı.

- Yahu ne güzel belin var senin be, hey yavrum ne baştan çıkartıcısın.


Gözü Mersin’den hiç üşenmeyip kargo ile arkadaşının yolladığı sardalyalara takıldı.

- Ulan lahmacunu söyleyen kafama sıçayım ne güzel sardalya vardı yahu yanına da bir yeşil soğan koydummu üf ne güzel olurdu. E kime ne be illa mı her şeyi kuralınla yapmalıyım ha. Gelin bakim şöyle Mersin’li sardalyalarım. Adam gecelerinden yollamış be yenmez mi şimdi.


Sardalyaları aldı yağından da bir parça gezdirdi tabağa, yeşil soğanı temizleyip tabağın kenarına yerleştirdi.
Köşesine oturdu, tabağını ve kadehini yanına koydu. Müzik setinin uzaktan kumandasını unuttuğu için küfür edip onu da yanına dahil etti. Seti açtı müzik odaya yayıldığında rakısından bir büyücek yudum alıp arkasına yaslandı.


- Çalsana be çal işte hazırım sesini duymaya, bu gece diyeceğim işte sana valla diyeceğim. Sen ne dersen de diyeceğim. Seni seviyorum ve bundan sana ne diyeceğim..

Read more...

diplerde

*Hayatın seni savurduğu yer, senin savrulmak istediğin yer olmayabilir. Dur ve bak; "buraya nasıl geldim"

*dünya batıyor iyi tutun, güneşle tek başına bırakacak seni.(haiku)


İzleyiciler

  © Blogger template Romantico by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP