Korkmayın açık denizlerde sizi batıracak dalga yoktur. Sığ sulardır hep bir tekneyi alaşağı eden. Kaybolmaktır en kötüsü denizlerde, fenerlere güvenin. Buyrun deyin lafınızı, lafla yürüsün peynir gemileri bu kez.





Sensizlik SonAdı(m)

>> 16 Aralık 2009 Çarşamba

1

kaç defa gidersem kendimden o kadar dönüyorum sana. Sessizliğimi heceliyorum uzun uzadıya konuşan yalnızlığımda.Her vazgeçişimin sonunda duruyorsun gitmeme izin vermezmiş gibi.”Kalsam” diyorum olmuyor...Seni de sevmeyi beceremiyorum, tıpkı yaşamayı beceremediğim gibi...Acemiyim ben sana, acemisiyim sevdana,nasıl sevilebilirsin bilmiyorum....Ama olsun...Beni boşver de senin canın sağolsun...

2

Kabe de hacı olmaya çalışan Budist rahibiyim seni sevmeye çalışırken. Bilmiyorum senden yana nasıl tövbekar olunur...Ezberimde tek bildiğimse senin yüreğimin kabesinde anıt mezar oluşun... Ve ben tavaf ediyorum seni, her gün hiç unutmadan,hiç usanmadan yaşıyormuşçuluk oyununu oskarlık oynar gibi...Bedenim biçilen role küçük, sevdana büyük gelse de...

3

Yalnızlık denizimde boğuluyorum, yüzmeyi bilmeyen bir cankurtaran gibi..Canımı adıyorum senin yolunda giden yanlızlığıma... Yanlı bir yalnızlık bu. Anılarda, yaşanmayanlarda, dünde, bugün de, zaman da, karanlıkta, aydınlıkta, hafızamda, kalbimde hep senden “yan”a..Ve ben çırpınıyorum denizlerin içinde sevdadan yana yana..

4

Son nefesim oluyorsun, yaşama son dokunuşum. Ölüyorum, biliyorsun ama ne hastalıktan ne de yalnızlıktan...Senden ölüyorum...Azrail’in suça iştiraki yok bu işte. Cinayetim kendi bedenimde... Nefesini eklesem diyorum nefesime, vazgeçiyorum. Kelebek ömrüm için yazık ederim senin ölümsüzlüğüne...Ve ben her defasında dokunurken sana ,ölüyorum yeni gündoğumlarında. Ve de doğuruyor beni, gecenin fahişe karanlığı her sokak başında yalnızca sana...

5

Ne seni bana ekleyebiliyorum bu hikayede, ne de kendimi senden çıkarabiliyorum. Her defasında çarpılıyorum sana ve bölünüyorum sonsuzluğa , sessizce ve de paramparça. Bıraktığın/ bıraktığım yerden düşüyorum tek başıma bilmedim acemi yalnızlıklara...Senden geçmiyorum da galiba kendimden geçiyorum... Ama olsun.. Bu defa da senin canın sağolsun...

devam edecek...ama belki...

Read more...

kayıtsızlık

>> 21 Ekim 2009 Çarşamba


Hep bir arada kalmışlığımız var. Hep bir o yan, ama ile başlayan da öteki yan…

Doğrusu ne ki

Ve de doğru ne


Bilemedim…

Kal diyemediğine git demeyi bile beceremezken.


Arada kalmışlıklarımızla açılımlarımız, acılarımızla biriktirdiğimiz kabullenmeye çalışmalarımız.

Kan ile börünmüş zamanlarımız…


Hükümsüz kabul edebilir miyiz ki,

Ve hani o zaman…

Merhem olabilir mi ki?


Bilemedim…


Bilmemeyi seçmişlere katıldı kabullenişim.

Hükümsüz

Yükümsüz

Ben oldum



Yalnız.

Read more...

İç Mektuplar/Beni Seven Ardımdan Gelsin...

>> 10 Eylül 2009 Perşembe

Gene ve yine bir otobüs camı..
Bu defa yolculuk geçmişle gelecek arasında bir yerlerde...Şu an’da, mı yoksa dün’de mi, yada gele(meye)cekte mi bilinmez...”en çok”larımı düşünüyorum gene nedenim olmadan...en çok neyi sevdim, en çok neye ağladım, en çok neye güldüm, en çok neyi unuttum....çocukluğumun masum hayallerini,sevgilerini, hüzünlerini, kahkahalarını düşünüyorum ve her seferinde baştan başa sevdalanıyorum kıra-döke,kırıla-döküle yaşadığım ömrüme...
Aklımın odalarını dolaşıyorum iki de bir..bazen tökezliyorum, bazen durup dinleniyorum ama kaçmıyorum hiçbir kapının ardından artık. Galiba büyümüşüm... çocukluğum eski bir masal, simsiyah bir gökyüzünün altında rengarenk kalmayı başarabilen...
Hiç sinen, korkan, saklanan,pusan bir çocuk olmadım. İsteseydim de başaramazdım herhalde. Hep palaz bir çocuktum ve palas- pandıras yaşadım yaşamam gereken her şeyi...çok sevmedim belki , çok da sevilmedim ama o zamanlarda umursamazdım sevgiyi...benim için resmi törenlerde oynanan bir oyunun ezberiydi“sevilmek”...en önde yürüyen çocukların oynadığı... hani o milli bayramların meşhur geçit törenlerinde bize çocukluğumuzu unuttururcasına disipline edilen yürüyüşler vardı ya. Öğretmenlerimizin gögüs kabartma günleri...benimse aklım bi karış havada, disiplinsizliğim son noktasındaydı, o sıkıcı günlerin en beklenmedik anında,en önde yürürken, en sert bakıştan sıyrılıp tüm korteje “beni seven arkamdan gelsin” diye bağırmak...hatta saçının çekilmesini göze alarak...”beni seven arkamdan gelsin”....
Bunca zaman sonunda büyümüşken ve her şeyi büyütmüşken yüreğimde nerden geldiyse aklıma...
.....
Çok büyüdüm ben tüm takvimler eskirken,önce saçlarım uzadı, sonra saçlarım beyazlamaya başladı, önce aklım büyüdü, sonra aklım çok daha karıştı, önce yüreğim büyüdü,sonra yüreğim gögüs kafesime dar geldi. Önce Yalnızlığı sevdim,sonra hep yalnız kaldım.... hayallerim büyüdü bir de hatta gökyüzüne kavuştu kendi yanlızlıklarında...ben hayallerimin ardından baka kalmışken gökyüzüme karanlık bi kuyunun girdaplarına düştüm, kolum kanadım kırılmışcasına..önümde karanlık uzak bir yol var şimdilerde...gelecek faili meçhulde...
Ben gene tek başıma, gene aklım bi karış havada, gene disiplinsizim...korkmuyorum ve kimselerede yaranmaya uğraşmıyorum gene, aklımda ise çocukluğumun o oyunu...
Adımladığın karanlıktan döndürmek için beni ya da çarpmamak için yalnızlık duvarına “beni seven arkamdan gelsin”... gelmese de yüreğini göndersin....

Bir iç mektuptu gene bu yazdıklarım, tüm sorularımda kendime idi,tüm cevaplarımda kendimde... tüm söylendiklerimde bendim tüm söylenenler de...Göndereni de bendim, “Sayın” diye başlayan ibaresi de ben, mührü de... Yazdıklarım da bendim, okudukları da...

Read more...

>> 12 Haziran 2009 Cuma


Tırtıl olarak sürünerek yaşar ve bir gün kanatlarına kavuşursun.
Bir gün, hepsi bir gün sürer.
Sen, yaşamın, neşen, özgürlüğün ve ölümün.
Bir yumurta bırakıp gidersin, dönmezsin.

Read more...

KAÇIŞ

>> 29 Mayıs 2009 Cuma


Bazen taşıdıklarımız ağır gelir.
Yine de bırakamayız onları.
Öylece çekip gitmek isteriz.
Nereye bilinmez.....

Read more...

mutluyum ben di mi?

>> 26 Mayıs 2009 Salı


Yepyeni zamanlarda bekleyişim
Up uzun zamanlarda dünüm
Evinin yolunu bil diyenin
Evden habersizliğindeyim ben...

Read more...

araf

>> 25 Mayıs 2009 Pazartesi



tane tane gelir aslında,
tene değmektedir iğdiş edilmiş zamanlar.
öteye geçmektir
bir adım...
hadi, bir adım daha.
Tane tane gelir
ışık var olur,
bir gözde
bir başka göz bakar
kapanır göz...
araftır hayatın akışı
doğumdan ölüme
gün bitişinde
hayret...

Read more...

yorgun

>> 23 Mayıs 2009 Cumartesi




Bazen zamanın içerisinde süreklenirsiniz. Anlatamadıklarınız, boğazınıza düğümlenenler ve içinizde yaşattıklarınız hep sizin hayatınızda bir aksama gibi durur.
Oysa hayat ve zaman biteviye akmaktadır. Soruları vardır, talepleri, yalvarışları; insanlarınızın ve de en önemlisi can verdikleriniz dene der, oysa siz denemeyi çoktan vaz geçenlerden olmuşsunuzdur ve hayatı sadece olabildiğince yaşanılır tutma arzunuz vardır. Geçen zamanı ufacık bir tebessümle anma zamanlarında, yorgun ama içinizde kendinize dair hoşnutlukla yorgunluğunuzu çıkarmaktasınızdır. Bakmak ve sadece durmaktır size gereken...


Öylesine hayat akıp gidiyordu ki
Bir gün, sadece bir gün
"dur ve bak" diyemedi.
Sadece suskun
Sadece yorgun
Baktı...



NOT: Modelliği için Özlem'e teşekkür ederim. İyi ki varsın sen kız...

Read more...

ZamanSızlanmalar/ Sence Anne...

>> 1 Mayıs 2009 Cuma

Zamana yayıyorum tüm anlatacaklarımı, unutmaktan korkuyorum sonraları anne... Unutmak kötü mü sence de...

Ben hiç sevmekten korkmadım anne, ama sevmeyi de beceremedim. Nedenlerim oldu hep başucumda, sevgilerimi de gösteremedim zaten... Ama sevilmekten çok korktum anne... Sen bile beni sevme istedim , karanlık günlerimde...

Ben hiç yalnızlıktan korkmadım anne, bir tek yalnız bırakmaktan korktum, sıfat halinde olduğum herkesi hikayesinde. Ama çok yalnızdım aslında anne, ben hiç artamadım kalabalıklarda... Hep kelimelerden oldu arkadaşlarım...

Ben hiç alışamadım anne, ne kadar düşsem de, ne kadar kanasa da içim, gene de alışamadım işte, acı dozu yüksek kelimelere...

Bir yanım bana rağmen, bana inat , demir gibi dururken yıkılmadan, eğilmeden, acımadan, bir yanım hep düştü anne. çok dayanıksızmışım, hep acıdı o yanım. Ben kendime bile söyleyememişken, sen hep bildin bunları anne. Gene de hiç uslanmadım hayata, bilirsin ben çok yaramazdım, öyle değil mi anne...

Beni niye hep oyundan attılar anne. Niye biçtikleri role bedenim küçük, yüreğim büyük geldi...

İnsanlar büyüdükçe maskeler taktılar yüzüne, bense öğrendiklerimle, biçtikleri rollere rest çektim, tüm maskeleri ve bulunmam gereken tüm meskun mahalleri ateşe verdim. Galiba kendimi de yaktım.ve de büyümek canımı çok yaktı. Sence yeterince büyüdüm mü ben, anne...

Hep derler ya “amacı olmalı insanın”, ama amaç stoklarım tükendi anne, bahanelerim kalmadı artık. Bahane ya da neden arayacak dermanımda. Umutsuz değilim de anne, sadece vazgeçmişim, galiba kendimden. Kendinden vazgeçmek kötü bir şey mi sence de ...

Tam mı büyük yer kaplıyordu hayatımızda, yoksa yarım kalmışlıklar mı anne. Tamamladıklarımız geçmişin dolaplarına birikiyordu da hatıra olacak cinsten, yarım kalanlar dün, bu gün, yarın gibi tüm zamanımızı işgal ediyordu. Yarım mı daha büyük anne, tam mı sence...

Hayalleri hiç sevmedim anne. Hayal kurmak yerine, geleni yaşamayı seçtim. Ezberledim hayallerden gerçeğe irtifa kaybedişleri, kayboluşları, düşüşleri. Ve aslında yaşamak çok daha gerçekti anne.İşte bu yüzden ben hayal kurmayı hiç beceremedim. Zaten becerebilseydim de hayallerimi anlatacağım kimsem yoktu anne. İnsanın hayalinin olmaması mı kötü sence, yoksa anlatacak kimsesinin olmaması mı?

Ben hiçbir şeyi ertelemedim anne. Ama zamanın içinde kayboldum kendimden. Dünde mi aramalıyım kendimi, bugün de mi, yoksa yarından mı beklemeliyim bilemedim. Aslında bakarsan dün bitti, yarını ise ben beklemiyorum anne. Yarın geleceği meçhulde ve beklerken hepimiz yaşamak için yarınları, bu günü ıskalıyoruz. Yarın ise bu gün olduğunda, biz yeni yarınlar bekliyoruz hazır kıta. yarın bitmiyor da biz mi bitiyoruz anne... Erteleme süremiz mi doluyor hayata...

Ben hiç kimseye güvenemedim anne. Hep sırtımı kendime yasladım. İlla güvenmem gerektiğinde bir şeylere yada birilerine ayağımın altındaki toprakla bir de başımın üstündeki gökyüzüne güvendim en çok. Sen niye bana güvendin anne...

Ben hiç bağlanmadım anne, ne hayata, ne nefesimin karıştığı şehirlere, ne sevdiklerim listesindekilere, ne de tükettiğim ömre. Benim bağlantı yollarım hep kopuktu anne. Pamuk ipliği bile daha kalın kalırdı benim hayata olan bağlarımın tabiri yanında. Her an yüreğimin valizi de, aklımın bileti de elimdeydi anne. Ben çoktan hazırdım gitmeye. Bağlı olmak nasıl bir şey anne...

Hayat bir okulmuş anne. Öyle diyorlar, yüreğimi yetiremediğim kocaman laflar ediyorlar. Eğer öyleyse ben çok mu tembelim. Niye çift dikiş gidiyorum yaşamaya, niye hep çalışmadığım yerlerden geliyor sorular ve niye alışamadığım şeylerden kaybediyorum. Peki ya anne, hayat bitmeden nasıl mezun oluyorlar, bu hayatın okulundan. Yoksa hayatın diploması dedikleri ölüm ilmuhaberi mi. Burdaki notlar da geçer mi öteye, anne...

Ben hiç bir şeyi bilemedim anne. Bilmeyi beceremedim, belki de istemedim. Öyle insanların hayatına kurulacak bol ağdalı çok bilmiş laflarım yoktu. Her şeyim düzdü benim anne... düz sevdim, düz söyledim, düz nefret ettim hayata dümdüz gittim...

Ben hiçbir zaman seni anlamadım anne. Çok uğraştım ama anlamadım. Ki zaten de anlayamazdım. Sen anneydin bense aklı isyanda büyümeye direnen bir çocuk. Sen de beni anlayamazdın anne, korkuların varken ölesiye...

Zamanın içinde Zamansız sızlanmalardı yazdıklarım... Öznem sen ol istedim bu defa sadece anne, isteyen gene de alınır üzerine...

Read more...

yeşil

>> 25 Nisan 2009 Cumartesi


Tomurcuğa vurdu zaman
Taze yeşil şimdi renkler.
Polenler salınacak rüzgara
Alerjiye açık ruhum.

Aşk mı bu dölleyen,
Açar mı yaza neşen...

Read more...

Karanlıktan Notlar/Kaldığımız Yerden....

>> 17 Nisan 2009 Cuma

Kaldığımız yerden başlıyorduk sırası hiç bozulmamış seri haldeki düşümsemelere...Zamanın tümüne yayılarak....
Adımlamak hep aynı yeri...
Kapılar kapanırken ardından bir bir adımlarının sesi kaybolur önce, soğuk koridorların mat rengine karışarak ölüm kokularının ağır teneffüslerinde... Ölümü koklamak nasıl bir şey böyle.. ve ne garip...
Olasım/Gidesim/Kaçasım/ sım’lara sığanasım var...
Fena halde başımı alıp gidesim var, Karadeniz’in hırçın dalgalarına paralel sahil yolunda, doluluğunun boşluğunun önemi olmayan bi otobüste yanlızlığımı ve boşluğumu yayarak tüm kentlere durmadan gidesim, uzun ve soluksuz bi yolculuğa çıkasım var... Gri bi hayale doğru. Yağmur damlalarının otobüsün her camına vuruşunda sanki gözüme kaçmış gibi gözümü kırpasım var... Ve adımlarım uzaklaşırken kendimden ve izimin geçtiği şehirlerden sadece ve sadece dönülmezlerimi özleyesim var...
Ve acıtmıyordu artık canımı hiçbir hüzün kesiği...Oysa...
Küçümseyerek yaşamışım büyük şeyleri, önemsizleştirmişim her şeyi... Aklım , yüreğim, bedenim her parçalandığında demişim hep “acımadı ki...”, oysa acımayan yanlarım düşüyordu her kavgada... Oysa kendimden her kalkışımda içim kararıyor, içim kayıyor, düşlerim takılıyor kendime ve düşüyordum... Artık pes dediğim yerde geliyordu bi cesaret... Delilikten miras bana cesaret...
Çocukluğum geçmişin rüyalarında eski bir masal....
Hayatımız, hayallerimiz hatta günahlarımız bile masumdu... Çocuktuk o zamanlar aşmamıştık sınırları, yakmamıştık köprüleri, atlamamıştık henüz daha acı eşiklerinin üzerinden... Ve kader denilen şeyi mutlu sonla biten rengarenk bir masal kitabı zannediyorduk henüz... Hayat daha ezerek geçmemişti üstümüzden...Mutluyduk ve umutlu, önümüzde bir ömürlük yarınlarımız vardı hala... Ömür tek kullanımlık bi biletmiş işte...
Bunları bilme istedim ama söylemeliydim...
Üzgünüm anne, her an seni bırakıp gidebilirim... Her an bedenim infilak edebilir... Her an aklım herşeyi unutabilir... Her an kalbim zamanı kendinde durdurabilir.... Her an dillerim verdiği sözlerden cayabilir...Her an ruhum kader çizgisinden atlayabilir... Üzgünüm anne ama sen bunları hiç bilme... Ve sakın üzülme, deliliğim hala baki bende...
Gözyaşlarım boğdu gecenin karanlığında dünyayı, yüzümün dökümü ıslak bi yastık kılıfında... Oysa kılıfım yok demiştim ben, bu hayata...
Şimdi ayakların bi eşik üzerinde beklemekte... ya eşiktesindir ya düşüşte, geri dönüş yok bu seferinde...

Read more...

Bu da geçecek.

>> 4 Nisan 2009 Cumartesi


8.3.2008 geçen sene mart ayı, yani bir yıldan az bir zaman fazla. Türkiye de henüz bu “global kriz” lafları edilmezden önceki bir zaman. “Kırkbeşliklerin savunusu” diye bir yazı yazmışım. O yazımda benim jenerasyonum “erkekleri” ekseninde bir zamanı ve o zaman içerisindeki sadece ekonomi yansımaları ile bir savunu bir özür metniydi o. Benim ve benim dahil olduğum yaş gurubunun yarınsızlığının bir ifadesi. Bir yenilgi manifestosuydu. Evet sadece ekonomik olarak baktım o yazı da zira sonuç orada kendini gösteriyordu somut olarak. Aslında daha geride ve daha da önemli bir yan vardı “SİNDİRİLMİŞLİK”. Korku, ama her şeye. Korku, korkmaya.



04.04.2009 bir yıl bir ay geçmiş. Türkiye ve de dünya kocaman bir ekonomik krizle baş başa. Yaklaşık beş aydır sürekli olarak insanlar işlerinden oluyor. Her bir işsiz yepyeni travmalara gebe birey yaratıyor ve hala çalışan aslında mutlu grup ise yarın korkusu ile baş başa. Mutluluk mu, o uzak bir iklim. Her çalan telefon ve her nasılsın bir karabasan. Mutsuzluk, endişe, yarınsızlık. KORKU…



Merhaba eski dostum, gene karşılaştık… Biliyor musun bu kez ben senden korkmuyorum. Gençler gördüm merdivenlerde sinir krizleri geçiriyordu. Ben ne yapacağımı bilmiyorum bu denli kötü olmadım ben diyen başka gençler. Evlerini boşaltıp analarının yanına sığınan aileler. Yarın şirketim kapanabilir ben ne yapacağım, nasıl bu çocukla ayakta kalacağım diyen gencecik kadınlar. Daha bir yığın öykü…



Merhaba eski dostum. Bu topraklarda çok uzun yıllardır ama o, ama bu siyasi otoriterler, şark bezirganı ve feodal burjuvazinin (ne garip ki o bile tam gelişmemiş o da ayrı) sözde siyasi oluşumları partileri ile sana gene hazırlıksız yakalandı. Teğet geçti hamdolsun. Teğet geçiyor derken birileri ki mevkii başbakan bu zatın, o sıra 35 yaşında bir erkeği şirketin merdivenlerinde ben sakin ol oğlum bu geçecek diye ayakta tutmaya çalışıyordum. Bir hafta önce oğlu doğmuş ve o, o gün işsiz kalmıştı.



Bunlar gerçeklerimiz. Bunlar var olan ve hepimizin şahit ve ya yaşadıklarımız. Peki ben niye bunları yazıyorum. Şunun için:



Bu bir kriz, hayat krizlerin var olduğu bir süreç ve elde tek şey var ya bu deve güdülür ya bu diyardan göçülür. Göçmek en kolayı aslında. Ama kalmak ve bu hayatı sürdürmek işte mesele bu. Tek başınıza iseniz zaten sorun yok, her bir biçimde yarına ulaşabilecek hafifliktesiniz. Ama aile ve aile bireylerinin “sorumluluğu” içindeyseniz o zaman savaşmak zorundasınız. Bu savaş ise hiç kolay değil.



Kaşar bir kriz savaşçısı olarak ve bu savaşlarda değer verdiği bir yığın şeyi yitirmiş biri olarak da, sadece artık şunu söylüyorum. BU DA GEÇECEK. Ama, ben şunu da biliyorum ki artık o sırada asıl tutunmam gerekenler, asıl tutmam ve daha da sarılmam gerekenler benim en yakınımdakiler. Zira unutmayın ki onlar hayatınızdaki tek yumuşak ve sığınalısı limanlar. Limanınız yoksa yorulmaya ve dalgalara yenilmeye mahkumsunuz. Evet yetemediğinize dem vuruyorsunuz. Oysa sadece bir gülüp yahu dur be hallederiz bunu demenin o anlık neşesi yarın size apayrı bir güç olacak buna inanın. Bir çiçek bile alamadım; yerine bir parktan hazır bahar da gelmişken bir dal (daha fazlasına gitmeyin bir başkası da alsın ve hatta orada da kalsın) çiçek koparıp kapıyı çalın. Kapıyı hasretle açın ve unutmayın yolunu gene buldu o.


Çocuğunuza sarılın, ona almak yerine birlikte olarak eğlenmeyi yaşatın. Birbirinize daha fazla sarılın. Hepimiz yorgunuz unutmayın ve yorgunluklar en güzel tenlerin sıcağında diner.
Unutmayın, yenildik. Ama her yenilgi yeni bir başlangıcı da taşır ve geçmişe değil hayat yarına taşır geçmiş orada bir yerde kalır denemek değil yeni yaşamaktır as olan.



BU DA GEÇECEK. Buna inanın daha öncede geçti. Ha evet zor olacak, ha evet dünün borçlarını ödeyeceğiz. Bu kez hiç değilse bu kez artık yarına bir şey yapma zamanı. Deniz bitti. Gidilecek tek yer bu yurt. Hani terk edip kapattığımız evlerimiz gibi anayurda taşıdık.


Seçimlerimiz bizi yarına taşır hayata bakış acılarımız bunlarsa bizi belli bir siyasi yapıya sokar. Bu siyasi talebi en alt seviyeden mahalli düzeyden başlayarak örgütlemeli ve buna sahip çıkmalıyız.


Yemeğin önüme nasıl geldiği değil yemeğin hazırlanışı da önemli. Benim istediğim tarzda o yemek pişmeli ki o yemekten zevk alayım.



BU DA GEÇECEK. Hayat bu ve hayat içinde basit anlar var ve bu anların keyfine varın. Ha sayısı az evet ama az olduğu için güzeller unutmayın.



Kendinize, sevdiğinize, ailenize ve toplumunuza sarılın başkası yok. Yokluk inanın sadece boşluk…



BU DA GEÇECEK. Sahip çıkın.



Not: Bu yazıyı yazdıkdan sonra dönüp okumadım. İçimden böyle yazmak geldi ve yazdım.


kırkbeşliklerin savunusu nu okumak isterseniz tıklayınız



http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=97328




Yalın dan "Herşey sensin" i bulup dinleyin enteresan.

Read more...

o yalnızca bir ağaç

>> 24 Mart 2009 Salı


Bembeyaz karların üzerinde taze karı ezen ayaklarımdan çıkan sesden başka hiçbir şey yok. Beyaz öylesine hakim ki her şey bu beyazlığın içinde tümüyle ayrı ayrı duruyor. Yürüyorum bir saattir kar dinmedi bazen azalsa da sürekli yağıyor. Bolu Köroğlu dağı Kızık yaylasında bu ikinci günüm. Dün bütün gün güneşli iken bu gün sabah beşten beri yağan kar altında etrafı geziyorum. Ekipten sıklıkla ayrı kalıp bu doğayı tek başıma hissetmek derdindeyim. Tek ses adımlarım ve azıcık usul usul esen rüzgar. Dün güneş batarken çektiğim ağaç aklımda sürekli.

Bir ormanın hemen kenarında fakat ormandan uzak tek bir ağaç. Arkasında türdeşleri yan yana kol kola vermişken o tek başına. Ormanın gölgesi birlikte, ayrıt edemiyorsun hangi ağacın gölgesi, gölgeler iç içe kop koyu bir çizgi. Ama onun gölgesi ve dallarından süzülen ışık tek ve yerde öylesine ayrıt edici ve neşeli ki.

Beyaz örtü günün kızıla vurduğu anlarda kızıla bulanırken, bu ağacın gövdesi onun hafif oynaklığı ve gölgesinin o nefis detaylarına takılıp kaldım. Elimde makinem güneşin onda yarattığı nefis etkileri izlemeye koyuldum. Her an bambaşka bir figür oluşuyordu gözümün önünde ve karşımda bir ağaç dans ediyordu, her şeye tüm olup bitene ve tüm olup biteceklere de inat o gün sonunda bir balerin edasında dans ediyordu. Arkasında ise türdeşleri dimdik onu uzaktan seyrediyorlardı.

Türdeşlerinden evet daha kısaydı, ama dallarını daha bir özgürce etrafa salmış güneşi daha fazla kucaklıyordu. Gövdesi daha kalındı, kim bilir dayanacak kendinden başkası olmadığı için buna mecbur kalmıştı. Sarılabileceği ve ya dayanabileceği tek ağaç yoktu ki onun, rüzgara karşı tek başınaydı.

Nasıl olmuştu acaba, tüm türü ardında metrelerce uzaktayken o burada nasıl filiz vermişti, tohumunu amansız bir rüzgar mı taşımıştı buraya yoksa bir kuşun ağzından mı düşmüştü yem olacakken. İkinci şıkkı sevdim. Öyle olmuştur bu ona yakışır. Kim bilir ne vartalar atlatmıştır ama o her şeye rağmen yılların içerisinden bu hale, bu oynak ve nefis gölgelere kavuşmuştu. Yolun kenarında yaz güneşinde sırt verilip oturulacak bir ağaç olmuştu işte.

Kar gene arttı, yürüyorum. Sessizlik çok güzel, karın sesini duymaya uğraşıyorum nefes alışlarımı susturup. Kızık yaylasını dinliyorum kocaman beyaz bir sessizlik. Birden bir ördeğin buz tutmuş gölün kenarından sesi geliyor kulağıma. Avaz-avaz bağırıyor hiç susmadan, tam o anda kafamın üzerinden başka bir ördeğin o sese doğru uçtuğunu fark ediyorum. Sisle karışık karda yolunu bulsun diye eşini çağırdığını anlıyorum. Gel eşim gel buradayım, sesime gel işte yuvamız benim sesimin olduğu yerde, bana güven gel…

Kardan nefret ederdim oysa, yürümekten de. Ama hepsini ne çok seviyormuşum…

Read more...

kaç ayrılık sürer bu zaman

>> 13 Mart 2009 Cuma


Kaç ayrılıktır sürdürdüğüm
Zaman
Yeni vermiş çiçeğini bahar…
Gittiklerimden
Gelemem diye direttim,
Direttiğime lanet okudum…
Bir yanım kal
Öte yanım git.
Kaç ayrılıktan sonra
Kalma gitlere tükürdüğüm
Nefesim,
Aklaşmış saçlarım,
Nasır rahatsızı adımlarım…

Bilmemişim;
Meğer ne çok özlemişim.

Read more...

Şiirle mimlemmişimde...

>> 8 Mart 2009 Pazar


Mimlenmişim ben de… Yahu oturup dururken nereden çıktı şimdi beni mimlemek. Hay allahım hem de en zor yerimden mimlenmişim. Şiir demiş mahallenin bir deli kızı. Sizin en sevdiğiniz şiiri öğrenebilir miyiz demiş…

Şiir.

Ne garip bu güne kadar aslında hiç düşünmemiştim bu soruyu. En çok hangi şiir, en çok hangi film, en çok hangi öykü vs… En çok ? Verecek bir yanıtım yok aslında en çoklar üzerine. En çoklarım hep hayata dair. Bir öykü gibi Ege’mi sevdim, bir şiir gibi Delfin’imi . Sanat gibi ise analarını. Hiç başka bir şeyi sevebileceğimi varsaymadım. Ama zaman içinde ben de öğrendim ayrıt etmeyi şiirin, öykünün, fotoğrafın yani sanatın aslında daha başka da anlamlarının olduğunu ve bence olabildiğini. İlla bir ait olduğuma değil sadece benim ruhuma benim yalnızlığıma, benim ben olmama çıktığını. Ama ilk kez soruldu en çok hangi şiir diye, bir soru ve şaşırdım. Şöyle bir zihnimi yokladım. Balık hafızasıdır belleğim tek bir dize kalmaz veya bir satır. Sadece bir an olur bir dize gelir veya bir satır ve yada bir replik. Ama ne kendi yazdığım ne de başkasının bir satırı gelmez aklıma haydi deyince.

Önce şairlerimi düşündüm… Hocam karşıladı beni. Sevgili Cevat Çapan. Şiiri onla tanımaya başladım, onunla ilk gençliğimde antik tiyatroların izini ararken dinlediğim şiirleri geldi aklıma.

Dağın eteklerinde orman
Çam, sedir, ulu çınarlar…
Birbirini seyrediyor aynasında denizin.
Çamlar pürleriyle suskun,
Sedirlerin gözleri uzakta,
“Ölünceye kadar seninim”, diyor denize
Kendi gölgesinde yanan bir çınar.


“pürleriyle suskun” ne çok kullandım suskun olmayı yazılarımda hep bir erdemmiş gibi. Durmayı ve durmanın beklemekten öte bir yan olduğunu “kendi gölgesinde yanan bir çınar” gibi.

Derken Ahmet Haşim’in o delişmen o çok bana yakın melankolisini keşfettim, oysa devrimci zamanlarımda ne çok atlamış ne çok anlamamıştım onu. Hep yaz olacak sanıyordum oysa “sonbahar” soneleriymiş hayat.


Bir taraf bahçe, bir taraf dere
Gel uzan sevgilim benimle yere,
Suyu yâkuta döndüren bu hazân
Bizi garkeyliyor düşüncelere…


İlk öğrenimimi Ahmet Haşim miş veren. O lirik şiirlerinde bana. Haşim’in dizelerine göz gezdirdim bu satırları yazmadan. Bu arada Ahmet Haşim’i bana tanıtan kadını anmadan geçemem. Dürnev Tunaseli.

Hayatta tutkuyla bağlandığım iki şair oldu ama. Biri Neruda öbürü ise mis gibi Kızılırmak gibi bir adam. Hasan Hüseyin. İşte benim enim… AKARSUYA BIRAKILAN MEKTUP
Şiirin tamamını buraya yazmayacağım, belki Hasan Hüseyin diye arar ve daha başka şiirlerini de okur bu satırları okuyan birileri. Ama girişindeki anekdot çok başkadır…

İncecikti
gül dalıydı
dokunsam kırılacaktı
dokunmadım
kurudu.


Kimseye soru sormam, o yüzden kimseye mimim de yok… Soruldu dedim…


işte beni mıhlıyan:
http://birdelininguncesi.blogspot.com/2009/03/siirli-mim.html

Read more...

görerek duymak üzerine

>> 24 Şubat 2009 Salı



İşitme kaybı olan bir çok insanımız gözleri ile duyarlar bu konuda onların hayatı duymaları için sevgili Delfina nın bir çalışması var aşağıdaki linkten bu çalışmaya ulaşabilirsiniz. Kanal D Home video bu konuda bir çalışma başlattı ancak henüz iki türk filmine Türkce alt yazı versiyonu yapabildi (Sis ve Gece- Kabadayı) Bilgilerinize.






http://isitmekaybi.blogspot.com/2009/02/isitme-kaypllar-icin-turkce-filme.html

Read more...

yol

>> 17 Şubat 2009 Salı


Birlikte taşırız,
Sen yanımda alyazman
Ben yanında sırtımda sepetimle.
Birlikte taşırız,
Sen yanımda ol
Ben yanında yürüyeyim.
Ne gam
Birlikte taşırız yolu.

Read more...

>> 11 Şubat 2009 Çarşamba


Nice bitiş günlerine ruhum
Bir yılı daha bitirmenin gururu.

Ne çok mutlu herkes,
Ne çok yeni yetmiş bahar dalı sevdalar.

Nice yıllara kapı eşiği sevdalar
Yepyeni yollara vurmanın heyecanı.

Ne çok yeni ten telaşı
Ne çok yeni bir bakış ve dopdolu heyecan.

Bir de şu soruları olmasa yeni yetmelerin…

Read more...

böyle işte sadece hiç.

>> 4 Şubat 2009 Çarşamba


İki yakası bir araya gelmez düşler misali benim halim. Kime ne.
Azıcık beri durmuş olmam ve temaşaya bakmaya vermişliğim, beklemekte olduğum değil ki. Durduğum yerde kendi yaralarımı kendimin yalamaya çalışmasının ne sakıncası var ki. Niye illa birini katıp da birine yalatayım ki yaralarımı. Kangren olup uzvumu atmak için mi?
Ne kolay oysa kes at.
Kolsuz kal

Aman canım nasılsa iki tane var…
Sonra?
E onuda bu sefer veririz ne gam…
Yok kardeşim ben tek vücut gideceğim cehenneme…
Garantiledin cehennemi yani
Eh…

İkisi bir araya gelmez düşlerinizin sonu nereye varır zanlınızca?
Bir yere varmaz varması da gerekmez.

Deli saçması hallerinizin bir devamı yani?
Evet size ne?

Hiç…

Bir yere varmaz atışmalardır aslında durduğun anda.” Hiç” e varan sohbetlerin, kocaman durur karşında pek ala demek istediklerin ama demediklerin. Olsun varsınla geçişip giden günler boyu…

Bu zaman da böyle işte.

Read more...

bir

>> 26 Ocak 2009 Pazartesi


Bir gün doğuşunda,
bir koya,
orsasına yatmış bir tekne girer.

Bir gün sürer
ışık altında


yorgun…


Ardından gün,
bir martı kanadında
gider.



Gün batımından gün doğumuna
sadece karanlık hüküm sürer.


O DA YORGUN.

Read more...

geri kalan

>> 24 Ocak 2009 Cumartesi


“(Ne çokdu oysa, ne çok.) Sanmışmıydım çokluğu, yoksa çok muydu gerçekten. Ne gereksiz bir soru...Geri kalan zamanlarda ne yazabilirsem şiir niyetine.”

Niyetim olsun...
Sen, kimsin gözlerinden hayat akan.

Bilemediğim, bilmeye korktuğum.

Bilemedim ben.
Bilmeyi erteledim.

Belki sevişirim senle gün doğuşunda
Belki sarılırım gün sonu yorgunu.

Belki sen beni aldatırsın
Belki ben seni

Bilemedim ben


Belki tutarım elini gözümü son kez yumarken.


Olsun varsın


İşte bak durdum sana, çıkmazım artık
Bilmelerin tümünü bilemedim ki ben.

Read more...

ihbar ediyorum sayın savcım

>> 10 Ocak 2009 Cumartesi

Bu gün Ankara’yı deşiyordu kepçeler. Silah varmış, “birinin” krokisinde bulmuşlar yerlerini.

Bilmem ki birinin krokisinde de bizler çıkar mıyız acep. Hani 70 li yıllardan beri okuyup bu ülkede mesleğini yapmaya çalışan üç beş paraya günü kurtarmaya çalışan ve sonra mesleğinden tiksinen, mesleğinden ve o mesleğe atılmak için verdiği çabaya lanet eden ve üstü her gün kalın bir cehalet toprağı ile kaplanan, havasızlıktan boğulmuş ve oracıkta kabullenerek kalmış kocaman yığınları da bulurlar mı?

Bu ülkede evine gidecek parası olmadığı için gidemeyen(yıllarını bilgisayar yazılımına vermiş), çocuğunun dişçi parasını ödeyip servis parasını ödeyemeyen(yıllarını televizyona vermiş). Bütün bunları dert ettiği için hayatını zehir eden işte o toprağın altına itilmiş ve üzeri örtülmüş bir kitle yatıyor.

Varın siz mafya ile toprak ağsını ve polis şefinin aynı kazada aynı arabada yer aldığı ve öldüğü silahları alın, bulun ve bunu; anlı şanlı paşalara bağlayın. Yetmedi bunu bir de adı hep ispiyonculukla anılmış, siyasi yanı sözde olan aydınlıkçı olan bir şahsa bağlayın o da yetmedi, güneydoğuda uyuşturucu-silah trafiğini yönlendiren asker eskilerine dayandırın.

Yetmez, kepçeler daha bizi bulmadı. Hani şu doğalgaz parasını denkleştiremeyen, hani yarın işim var mı diyenleri. İşte sayın savcım silahtan çok öte gömülen var bu ülkede.

Ankara’yı deştiniz yaşasın gazete kağıtlarından bulduk silahların gömü yılını.

İhbar ediyorum sayın savcım bu ülkede 1950 yılından beri insan gömüyorlar diri diri. Emeğini, yeteneğini, eğitimini, geleceğini. Krokisi bende savcım ahanda veriyorum size.
Anadolu denen yurt buyurun deşin

Read more...

Karanlıktan Notlar/ Yanılsamalar.......

>> 9 Ocak 2009 Cuma

Bir çıkmaz sokak karşılıyor beni ya da ben sokağı.....
Bi çıkmaz sokağa vuruyorum şimdi yüreğimi. Her yanı baştan aşağı sen, her yanı baştan aşağı ben... Bir duvarda rastlıyorum adıma, başında bensiz bi sıfatla, kendime yabancı, kendime asılsız, kendime yalancı...
Tanıyamadık imzalarımızdan bile.... Bu nasıl bi hikaye böyle?
Bir göz süzülüyordu sessizce üzerinde, senin kelimelerinde ,senin hikayende... Ben değildim,sen değildin,o değildi... Bu sadece bir hiçti....
Geçer.... Geçmez.... Geçer....
Geçer dediklerine bakıyorum teker teker... Topluyorum hepsini, geçer diye bekliyorum. Tüm boşlukları kendimde biriktiriyorum, hayatın doluluğuna inat... Bir gemi gibi usul usul yol alıyorum kılavuz kaptanım olmadan açık denizlerde... Sükunet hakim bu yanılsamalara.
Gülümsemelerin toplamında bir hüzün damlasıydı yanağından süzülüp hafızama kazınan... Ezberlerimi unutturan, bildiklerimle bilmediklerimi birbirine karıştıran...
Geçer diye bekliyorum ama geçmiyor hala inatla...
Bu şehrin tüm yolları ölüm manzaralı....
Ne çok ölen varmış bu şehirde... Ne çok mezarlık kaplamış hayata gidilen yolu... Her gün yeni güne başlayanların geçtiği yollar bu kadar ölüm, bu kadar hüzün kokmamalı... Bunun bir çözümü olmalı....
"Hey siz yetkililer ,her gün hayatta kalmanın mucize olduğu 21. yüzyılda yanı başımızda savaşlar yaşanırken, bi ülke kendi içinde bölük pörçük edilirken, tabutlar aramızdan geçip giderken, gri bulutlar radyasyonunu üzerime dökmüşken, her an insanlığın kıyımı iki dudak arasındayken, insan hayatının bu kadar ucuza alınıp satıldığı bir dünyadayken, yolları mezarlıkların içinden geçirmekten vazgeçin... Ölümü yaşarken her gün ruhumuzda, bu kadar da gözümüze sokmayın ölümü... Yolların kenarlarına çocukların oynayacağı parkları kurun, yada doğumevlerini yol kenarlarına inşa edin, ki biz de umudumuzu kaybetmeyelim kendi hikayelerimizde..." diyorum ama sesimi kendime bile duyuramıyorum.... Sesim neden bu kadar yabancı...
Kulaklarım bedenimde değil ruhum da....
İçimde yarına dair tüm aşklarım öldü bi isyan ayazında... Kulaklarımda sâlâsı veriliyor şimdi.... “Zamansız şehirlerden birinde vakitsiz bir namaza müteakip, dipsiz kuyulara defnedilecek tüm ölü aşklar.... Allah rahmet eylesin”....

Read more...

Karanlıktan Notlar/Kartpostal Hüzünler...

>> 2 Ocak 2009 Cuma

Kartpostal hüzünleriydi hepimizi aynı hikayede özne olmaya zorlayan....

Bir kartpostal hüznünü andırıyor bütün şehir bu gün...Her yer bembeyaz bi yalnızlığa mahkum.Yollar, arabalar, insanlar,evler,caddeler,kediler,köpekler...ömürlükler , ölümlükler hep beyazın hükmüne mahkum...Tüm şehir birbirine orantılı gömülmüş beyazın içine...Seri imalat mı tüm hüzünler? Biz nerde karşılaştık senle...

Kalbimde bir acı...çok ama çok acıdı....

Sırtımdan gögsüme bir ağrı beliriyor sebebi belirsiz.....Sahipsiz bir eşya gibi bırakıldığım yalnızlığımda bir acı saplanıyor şimdi yavaşça içime....Acımı unutmak adına aklımı veriyorum bedenimden uzaklara.... Aklım isyanlarda....Aklım bir delinin kahkasında, aklım bir berduşun şarap şişesinde, aklım bir çocuğun elma şekerinde....Korkma saçmalamalarıma bakıpta, ne deliriyorum şu an, nede kalp krizi geçiriyorum.Sadece içimden seni geçiriyorum, ondan sebep yüreğimin göğüs kafesime dar gelişi....

Ben kendimi kendi yalanıma inandırdım....

Herkes kendi yalanını yaşar,herkes kendi yalanına katar her şeyi...Neresi doğru bunun, neresi yanlış..Kime göre doğru, kime göre yanlış....

Gerçekleri kabullendikçe yalanlarıma katıyorum herşeyi ve herkesi.Ben kendimi kendi yalanıma inandırdım....Gerçek bedenimin memleketinden göçeli çok oldu...Gerçek olmadı ki hiç....

Boşluk dolduramamaca....

Düşündüğüm an düşse kelimeler satırlara kendiliğinden...Ellerim hiç yorulmasa.Ellerim bu kadar korkmasa aklımın isyanından... Olmaz mı?

Hangi vazgeçişin sonucu oldun sen böyle....

Hangi gidilemeyen yolun varılanı oldun...Kimeydi bu sebepsiz söylenmeler, kimeydi bu isyan çığlıkları, kimeydi bu yakarışlar....Herkesten çok mu yaktı hayat canını.Herkesten çok mu acıttı...Daha mı yakındı sonu, daha mı kısaydı yolun...Söylesene niye bu vazgeçiş..Niye bu tükeniş...

Ya da sen en iyisi gene boşversene....

Sessizlik fırtınası tutuldu tüm hayat...Sıra kim de...

Susmalarım olduğunda,sessizliğimin kelimelerden firari hallerinde buluyorum seni...Suskunluğumu hecelemeyi öğreniyorum şimdi...Harf harf, satır satır...Hazmediyorum her şeyi zamanla...Gidişleri ,gelişleri,dönüşleri,kalışları,ölümleri, ölemeyişleri,kahkayı,vedayı....Kabullenmiyorum sadece hazmediyorum.

Her kabulleniş bir vazgeçişmiş...Her vazgeçiş bir yenilgi değilmiş, “ ama hayatım, senden vazgeçmek için fazla gencim...ne yenilebilirim ne de kabullenebilir..."

Tüm “sen”ler “ben”dim aslında bu yitik öykülerde......

Read more...

diplerde

*Hayatın seni savurduğu yer, senin savrulmak istediğin yer olmayabilir. Dur ve bak; "buraya nasıl geldim"

*dünya batıyor iyi tutun, güneşle tek başına bırakacak seni.(haiku)


İzleyiciler

  © Blogger template Romantico by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP