Korkmayın açık denizlerde sizi batıracak dalga yoktur. Sığ sulardır hep bir tekneyi alaşağı eden. Kaybolmaktır en kötüsü denizlerde, fenerlere güvenin. Buyrun deyin lafınızı, lafla yürüsün peynir gemileri bu kez.





bir

>> 26 Ocak 2009 Pazartesi


Bir gün doğuşunda,
bir koya,
orsasına yatmış bir tekne girer.

Bir gün sürer
ışık altında


yorgun…


Ardından gün,
bir martı kanadında
gider.



Gün batımından gün doğumuna
sadece karanlık hüküm sürer.


O DA YORGUN.

Read more...

geri kalan

>> 24 Ocak 2009 Cumartesi


“(Ne çokdu oysa, ne çok.) Sanmışmıydım çokluğu, yoksa çok muydu gerçekten. Ne gereksiz bir soru...Geri kalan zamanlarda ne yazabilirsem şiir niyetine.”

Niyetim olsun...
Sen, kimsin gözlerinden hayat akan.

Bilemediğim, bilmeye korktuğum.

Bilemedim ben.
Bilmeyi erteledim.

Belki sevişirim senle gün doğuşunda
Belki sarılırım gün sonu yorgunu.

Belki sen beni aldatırsın
Belki ben seni

Bilemedim ben


Belki tutarım elini gözümü son kez yumarken.


Olsun varsın


İşte bak durdum sana, çıkmazım artık
Bilmelerin tümünü bilemedim ki ben.

Read more...

ihbar ediyorum sayın savcım

>> 10 Ocak 2009 Cumartesi

Bu gün Ankara’yı deşiyordu kepçeler. Silah varmış, “birinin” krokisinde bulmuşlar yerlerini.

Bilmem ki birinin krokisinde de bizler çıkar mıyız acep. Hani 70 li yıllardan beri okuyup bu ülkede mesleğini yapmaya çalışan üç beş paraya günü kurtarmaya çalışan ve sonra mesleğinden tiksinen, mesleğinden ve o mesleğe atılmak için verdiği çabaya lanet eden ve üstü her gün kalın bir cehalet toprağı ile kaplanan, havasızlıktan boğulmuş ve oracıkta kabullenerek kalmış kocaman yığınları da bulurlar mı?

Bu ülkede evine gidecek parası olmadığı için gidemeyen(yıllarını bilgisayar yazılımına vermiş), çocuğunun dişçi parasını ödeyip servis parasını ödeyemeyen(yıllarını televizyona vermiş). Bütün bunları dert ettiği için hayatını zehir eden işte o toprağın altına itilmiş ve üzeri örtülmüş bir kitle yatıyor.

Varın siz mafya ile toprak ağsını ve polis şefinin aynı kazada aynı arabada yer aldığı ve öldüğü silahları alın, bulun ve bunu; anlı şanlı paşalara bağlayın. Yetmedi bunu bir de adı hep ispiyonculukla anılmış, siyasi yanı sözde olan aydınlıkçı olan bir şahsa bağlayın o da yetmedi, güneydoğuda uyuşturucu-silah trafiğini yönlendiren asker eskilerine dayandırın.

Yetmez, kepçeler daha bizi bulmadı. Hani şu doğalgaz parasını denkleştiremeyen, hani yarın işim var mı diyenleri. İşte sayın savcım silahtan çok öte gömülen var bu ülkede.

Ankara’yı deştiniz yaşasın gazete kağıtlarından bulduk silahların gömü yılını.

İhbar ediyorum sayın savcım bu ülkede 1950 yılından beri insan gömüyorlar diri diri. Emeğini, yeteneğini, eğitimini, geleceğini. Krokisi bende savcım ahanda veriyorum size.
Anadolu denen yurt buyurun deşin

Read more...

Karanlıktan Notlar/ Yanılsamalar.......

>> 9 Ocak 2009 Cuma

Bir çıkmaz sokak karşılıyor beni ya da ben sokağı.....
Bi çıkmaz sokağa vuruyorum şimdi yüreğimi. Her yanı baştan aşağı sen, her yanı baştan aşağı ben... Bir duvarda rastlıyorum adıma, başında bensiz bi sıfatla, kendime yabancı, kendime asılsız, kendime yalancı...
Tanıyamadık imzalarımızdan bile.... Bu nasıl bi hikaye böyle?
Bir göz süzülüyordu sessizce üzerinde, senin kelimelerinde ,senin hikayende... Ben değildim,sen değildin,o değildi... Bu sadece bir hiçti....
Geçer.... Geçmez.... Geçer....
Geçer dediklerine bakıyorum teker teker... Topluyorum hepsini, geçer diye bekliyorum. Tüm boşlukları kendimde biriktiriyorum, hayatın doluluğuna inat... Bir gemi gibi usul usul yol alıyorum kılavuz kaptanım olmadan açık denizlerde... Sükunet hakim bu yanılsamalara.
Gülümsemelerin toplamında bir hüzün damlasıydı yanağından süzülüp hafızama kazınan... Ezberlerimi unutturan, bildiklerimle bilmediklerimi birbirine karıştıran...
Geçer diye bekliyorum ama geçmiyor hala inatla...
Bu şehrin tüm yolları ölüm manzaralı....
Ne çok ölen varmış bu şehirde... Ne çok mezarlık kaplamış hayata gidilen yolu... Her gün yeni güne başlayanların geçtiği yollar bu kadar ölüm, bu kadar hüzün kokmamalı... Bunun bir çözümü olmalı....
"Hey siz yetkililer ,her gün hayatta kalmanın mucize olduğu 21. yüzyılda yanı başımızda savaşlar yaşanırken, bi ülke kendi içinde bölük pörçük edilirken, tabutlar aramızdan geçip giderken, gri bulutlar radyasyonunu üzerime dökmüşken, her an insanlığın kıyımı iki dudak arasındayken, insan hayatının bu kadar ucuza alınıp satıldığı bir dünyadayken, yolları mezarlıkların içinden geçirmekten vazgeçin... Ölümü yaşarken her gün ruhumuzda, bu kadar da gözümüze sokmayın ölümü... Yolların kenarlarına çocukların oynayacağı parkları kurun, yada doğumevlerini yol kenarlarına inşa edin, ki biz de umudumuzu kaybetmeyelim kendi hikayelerimizde..." diyorum ama sesimi kendime bile duyuramıyorum.... Sesim neden bu kadar yabancı...
Kulaklarım bedenimde değil ruhum da....
İçimde yarına dair tüm aşklarım öldü bi isyan ayazında... Kulaklarımda sâlâsı veriliyor şimdi.... “Zamansız şehirlerden birinde vakitsiz bir namaza müteakip, dipsiz kuyulara defnedilecek tüm ölü aşklar.... Allah rahmet eylesin”....

Read more...

Karanlıktan Notlar/Kartpostal Hüzünler...

>> 2 Ocak 2009 Cuma

Kartpostal hüzünleriydi hepimizi aynı hikayede özne olmaya zorlayan....

Bir kartpostal hüznünü andırıyor bütün şehir bu gün...Her yer bembeyaz bi yalnızlığa mahkum.Yollar, arabalar, insanlar,evler,caddeler,kediler,köpekler...ömürlükler , ölümlükler hep beyazın hükmüne mahkum...Tüm şehir birbirine orantılı gömülmüş beyazın içine...Seri imalat mı tüm hüzünler? Biz nerde karşılaştık senle...

Kalbimde bir acı...çok ama çok acıdı....

Sırtımdan gögsüme bir ağrı beliriyor sebebi belirsiz.....Sahipsiz bir eşya gibi bırakıldığım yalnızlığımda bir acı saplanıyor şimdi yavaşça içime....Acımı unutmak adına aklımı veriyorum bedenimden uzaklara.... Aklım isyanlarda....Aklım bir delinin kahkasında, aklım bir berduşun şarap şişesinde, aklım bir çocuğun elma şekerinde....Korkma saçmalamalarıma bakıpta, ne deliriyorum şu an, nede kalp krizi geçiriyorum.Sadece içimden seni geçiriyorum, ondan sebep yüreğimin göğüs kafesime dar gelişi....

Ben kendimi kendi yalanıma inandırdım....

Herkes kendi yalanını yaşar,herkes kendi yalanına katar her şeyi...Neresi doğru bunun, neresi yanlış..Kime göre doğru, kime göre yanlış....

Gerçekleri kabullendikçe yalanlarıma katıyorum herşeyi ve herkesi.Ben kendimi kendi yalanıma inandırdım....Gerçek bedenimin memleketinden göçeli çok oldu...Gerçek olmadı ki hiç....

Boşluk dolduramamaca....

Düşündüğüm an düşse kelimeler satırlara kendiliğinden...Ellerim hiç yorulmasa.Ellerim bu kadar korkmasa aklımın isyanından... Olmaz mı?

Hangi vazgeçişin sonucu oldun sen böyle....

Hangi gidilemeyen yolun varılanı oldun...Kimeydi bu sebepsiz söylenmeler, kimeydi bu isyan çığlıkları, kimeydi bu yakarışlar....Herkesten çok mu yaktı hayat canını.Herkesten çok mu acıttı...Daha mı yakındı sonu, daha mı kısaydı yolun...Söylesene niye bu vazgeçiş..Niye bu tükeniş...

Ya da sen en iyisi gene boşversene....

Sessizlik fırtınası tutuldu tüm hayat...Sıra kim de...

Susmalarım olduğunda,sessizliğimin kelimelerden firari hallerinde buluyorum seni...Suskunluğumu hecelemeyi öğreniyorum şimdi...Harf harf, satır satır...Hazmediyorum her şeyi zamanla...Gidişleri ,gelişleri,dönüşleri,kalışları,ölümleri, ölemeyişleri,kahkayı,vedayı....Kabullenmiyorum sadece hazmediyorum.

Her kabulleniş bir vazgeçişmiş...Her vazgeçiş bir yenilgi değilmiş, “ ama hayatım, senden vazgeçmek için fazla gencim...ne yenilebilirim ne de kabullenebilir..."

Tüm “sen”ler “ben”dim aslında bu yitik öykülerde......

Read more...

diplerde

*Hayatın seni savurduğu yer, senin savrulmak istediğin yer olmayabilir. Dur ve bak; "buraya nasıl geldim"

*dünya batıyor iyi tutun, güneşle tek başına bırakacak seni.(haiku)


İzleyiciler

  © Blogger template Romantico by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP