Korkmayın açık denizlerde sizi batıracak dalga yoktur. Sığ sulardır hep bir tekneyi alaşağı eden. Kaybolmaktır en kötüsü denizlerde, fenerlere güvenin. Buyrun deyin lafınızı, lafla yürüsün peynir gemileri bu kez.





Aşk en çok ona yakışıyordu-1 "Neden"

>> 12 Eylül 2008 Cuma

İnsanların üst üste yolculuk yapmak zorunda bırakıldığı sıcak bir yaz gününde her zamanki güzergah otobüslerinden birindeydi gene. Şanslı başlamıştı güne en azından oturabildiği bir yeri vardı. Otobüs tıklım tıkış tabirinin tüm örneklerini sergilemekteydi. Ayakta duran yolcular tek ayak üzerinde bol kavşaklı ve bol ışıklı İstanbul trafiğinde ilerlemeye, bir yerlere yetişmeye, bir şeylerden kaçmaya, bir şeylere kavuşmaya, birilerini görmeye belki de sadece kendilerine gidiyordu.

Yorulmuştu artık insanların yüzlerinde , bakışlarında anlam aramaktan onlara sıfatlar bulmaktan. İnsanlarla gözleri ile konuşmamak için okuduğu kitabın içine gömüyordu gözlerini. Gözlerinde bir anlama telaşı, gözlerinde cevapsız sorular, gözlerinde feryat, gözlerinde hüzün...Kulaklığı ile oynuyordu ikide bir. Dinlediği şarkıların sözlerini yansıtıyordu ayna gibi yüzü, bedeni her haliyle ele veriyordu onu...

Şoförün küfürlerini duyumsayarak kaldırdı başını okuduğu kitaptan. O an fark etti ön çaprazda oturan adamı. Ne kadar çaresizce bakıyordu etrafa. Susmuyordu içindeki soruları zaten susmasına da gerek yoktu. Herkesten farklıydı camdan dışarı bakışı da duruşu da. Acelesi vardı her halinde.Üzerine zorla geçirildiği belli olan birilerinin ya da bir şeylerin bir şeyi olma sıfatını taşıyordu. Susturamadı içindeki sesi. Kitlendiği yüzden alamıyordu gözlerini. Ne kadar da benim aslında sen. Adam sıkıca tutuyordu kucağına katlayıp koyduğu ceketini..sanki tutunacağı tek dal hayatta oymuş gibi. Üzerinde beyaz bir gömlek ve isyanlarda bir kravat vardı. Sanki müdürün sabah faslından kaçıp sonra öylesine iliştirilen bir kravat... Kısa kollu gömleğinin altından şekilleri net belli olmayan dövmeleri görünüyordu. Düşünüyordu hala kimin hangi sıfatını taşıyorsun diye.

“Ne zaman vazgeçtin sen de ben gibi kendin olmaktan. Ne zaman yüklediler hayatına ilk sıfatı. Ne zamandır bu yolculuk yalnızlığa. Ne kadar da ben gibisin. Ne kadar da varsın...ne zaman başladın kaçmaya ve başkaları için biri olmaya. Ne zaman acır seninde için..Sen belki de düşündüklerimin hiç biri değilsin.”

Her korna sesi anlamlı bir söz gibiydi. Bazen yalvaran bazen küfreden, ama sinirleri oldukça geren. Kitabın sayfalarında istemsiz bir dansa başladı parmakları. Kulağında sevdiği sözler, gözlerinin önünde kendi gibi bi adam, aklında hayata dair cevapsız sorular.

“ Ne zaman vazgeçmiştim tanıdık gözlerden geçmekten. Ne zaman gülmüştüm en son gerçekten, ne zaman hissetmiştim yüreğimde iyi yada kötü bir his. Ne zaman yakmıştı aklım devrelerini.”

Arabanın ilerleme hızı soru sorma hızına yetişemiyordu bir türlü. Gerçi sorular yolun sonunda bitecek cinsten de değildi.

“ Belki de benim kadar mecburiyet memuru değilsin hayata. Belki de. Ama bir şeyler var sende ne zamandır kimsenin yüzünde görmediğim. Sadece aynada her sabah içimdeki kadınların intihar edişini izlerken gözlerimde görebildiğim. Neyin izleri o vücudundakiler, neye başkaldırışların. Ne zaman sustu isyanın. Ne zaman biat ettin koşulsuzca her sunulana.Ne zaman aşık oldun gerçekten bi kadına... ne kadar sevdin onu...kendinden bile çok mu?”

O kadar dikkatlice bakıyordu ki adama, adam da fark etti kendine bakan, soruların sıkboğazındaki son nefes alışlı bir çift bakışı....

devam edecek.......

0 yorum:

diplerde

*Hayatın seni savurduğu yer, senin savrulmak istediğin yer olmayabilir. Dur ve bak; "buraya nasıl geldim"

*dünya batıyor iyi tutun, güneşle tek başına bırakacak seni.(haiku)


İzleyiciler

  © Blogger template Romantico by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP