Korkmayın açık denizlerde sizi batıracak dalga yoktur. Sığ sulardır hep bir tekneyi alaşağı eden. Kaybolmaktır en kötüsü denizlerde, fenerlere güvenin. Buyrun deyin lafınızı, lafla yürüsün peynir gemileri bu kez.





yeşil

>> 25 Nisan 2009 Cumartesi


Tomurcuğa vurdu zaman
Taze yeşil şimdi renkler.
Polenler salınacak rüzgara
Alerjiye açık ruhum.

Aşk mı bu dölleyen,
Açar mı yaza neşen...

Read more...

Karanlıktan Notlar/Kaldığımız Yerden....

>> 17 Nisan 2009 Cuma

Kaldığımız yerden başlıyorduk sırası hiç bozulmamış seri haldeki düşümsemelere...Zamanın tümüne yayılarak....
Adımlamak hep aynı yeri...
Kapılar kapanırken ardından bir bir adımlarının sesi kaybolur önce, soğuk koridorların mat rengine karışarak ölüm kokularının ağır teneffüslerinde... Ölümü koklamak nasıl bir şey böyle.. ve ne garip...
Olasım/Gidesim/Kaçasım/ sım’lara sığanasım var...
Fena halde başımı alıp gidesim var, Karadeniz’in hırçın dalgalarına paralel sahil yolunda, doluluğunun boşluğunun önemi olmayan bi otobüste yanlızlığımı ve boşluğumu yayarak tüm kentlere durmadan gidesim, uzun ve soluksuz bi yolculuğa çıkasım var... Gri bi hayale doğru. Yağmur damlalarının otobüsün her camına vuruşunda sanki gözüme kaçmış gibi gözümü kırpasım var... Ve adımlarım uzaklaşırken kendimden ve izimin geçtiği şehirlerden sadece ve sadece dönülmezlerimi özleyesim var...
Ve acıtmıyordu artık canımı hiçbir hüzün kesiği...Oysa...
Küçümseyerek yaşamışım büyük şeyleri, önemsizleştirmişim her şeyi... Aklım , yüreğim, bedenim her parçalandığında demişim hep “acımadı ki...”, oysa acımayan yanlarım düşüyordu her kavgada... Oysa kendimden her kalkışımda içim kararıyor, içim kayıyor, düşlerim takılıyor kendime ve düşüyordum... Artık pes dediğim yerde geliyordu bi cesaret... Delilikten miras bana cesaret...
Çocukluğum geçmişin rüyalarında eski bir masal....
Hayatımız, hayallerimiz hatta günahlarımız bile masumdu... Çocuktuk o zamanlar aşmamıştık sınırları, yakmamıştık köprüleri, atlamamıştık henüz daha acı eşiklerinin üzerinden... Ve kader denilen şeyi mutlu sonla biten rengarenk bir masal kitabı zannediyorduk henüz... Hayat daha ezerek geçmemişti üstümüzden...Mutluyduk ve umutlu, önümüzde bir ömürlük yarınlarımız vardı hala... Ömür tek kullanımlık bi biletmiş işte...
Bunları bilme istedim ama söylemeliydim...
Üzgünüm anne, her an seni bırakıp gidebilirim... Her an bedenim infilak edebilir... Her an aklım herşeyi unutabilir... Her an kalbim zamanı kendinde durdurabilir.... Her an dillerim verdiği sözlerden cayabilir...Her an ruhum kader çizgisinden atlayabilir... Üzgünüm anne ama sen bunları hiç bilme... Ve sakın üzülme, deliliğim hala baki bende...
Gözyaşlarım boğdu gecenin karanlığında dünyayı, yüzümün dökümü ıslak bi yastık kılıfında... Oysa kılıfım yok demiştim ben, bu hayata...
Şimdi ayakların bi eşik üzerinde beklemekte... ya eşiktesindir ya düşüşte, geri dönüş yok bu seferinde...

Read more...

Bu da geçecek.

>> 4 Nisan 2009 Cumartesi


8.3.2008 geçen sene mart ayı, yani bir yıldan az bir zaman fazla. Türkiye de henüz bu “global kriz” lafları edilmezden önceki bir zaman. “Kırkbeşliklerin savunusu” diye bir yazı yazmışım. O yazımda benim jenerasyonum “erkekleri” ekseninde bir zamanı ve o zaman içerisindeki sadece ekonomi yansımaları ile bir savunu bir özür metniydi o. Benim ve benim dahil olduğum yaş gurubunun yarınsızlığının bir ifadesi. Bir yenilgi manifestosuydu. Evet sadece ekonomik olarak baktım o yazı da zira sonuç orada kendini gösteriyordu somut olarak. Aslında daha geride ve daha da önemli bir yan vardı “SİNDİRİLMİŞLİK”. Korku, ama her şeye. Korku, korkmaya.



04.04.2009 bir yıl bir ay geçmiş. Türkiye ve de dünya kocaman bir ekonomik krizle baş başa. Yaklaşık beş aydır sürekli olarak insanlar işlerinden oluyor. Her bir işsiz yepyeni travmalara gebe birey yaratıyor ve hala çalışan aslında mutlu grup ise yarın korkusu ile baş başa. Mutluluk mu, o uzak bir iklim. Her çalan telefon ve her nasılsın bir karabasan. Mutsuzluk, endişe, yarınsızlık. KORKU…



Merhaba eski dostum, gene karşılaştık… Biliyor musun bu kez ben senden korkmuyorum. Gençler gördüm merdivenlerde sinir krizleri geçiriyordu. Ben ne yapacağımı bilmiyorum bu denli kötü olmadım ben diyen başka gençler. Evlerini boşaltıp analarının yanına sığınan aileler. Yarın şirketim kapanabilir ben ne yapacağım, nasıl bu çocukla ayakta kalacağım diyen gencecik kadınlar. Daha bir yığın öykü…



Merhaba eski dostum. Bu topraklarda çok uzun yıllardır ama o, ama bu siyasi otoriterler, şark bezirganı ve feodal burjuvazinin (ne garip ki o bile tam gelişmemiş o da ayrı) sözde siyasi oluşumları partileri ile sana gene hazırlıksız yakalandı. Teğet geçti hamdolsun. Teğet geçiyor derken birileri ki mevkii başbakan bu zatın, o sıra 35 yaşında bir erkeği şirketin merdivenlerinde ben sakin ol oğlum bu geçecek diye ayakta tutmaya çalışıyordum. Bir hafta önce oğlu doğmuş ve o, o gün işsiz kalmıştı.



Bunlar gerçeklerimiz. Bunlar var olan ve hepimizin şahit ve ya yaşadıklarımız. Peki ben niye bunları yazıyorum. Şunun için:



Bu bir kriz, hayat krizlerin var olduğu bir süreç ve elde tek şey var ya bu deve güdülür ya bu diyardan göçülür. Göçmek en kolayı aslında. Ama kalmak ve bu hayatı sürdürmek işte mesele bu. Tek başınıza iseniz zaten sorun yok, her bir biçimde yarına ulaşabilecek hafifliktesiniz. Ama aile ve aile bireylerinin “sorumluluğu” içindeyseniz o zaman savaşmak zorundasınız. Bu savaş ise hiç kolay değil.



Kaşar bir kriz savaşçısı olarak ve bu savaşlarda değer verdiği bir yığın şeyi yitirmiş biri olarak da, sadece artık şunu söylüyorum. BU DA GEÇECEK. Ama, ben şunu da biliyorum ki artık o sırada asıl tutunmam gerekenler, asıl tutmam ve daha da sarılmam gerekenler benim en yakınımdakiler. Zira unutmayın ki onlar hayatınızdaki tek yumuşak ve sığınalısı limanlar. Limanınız yoksa yorulmaya ve dalgalara yenilmeye mahkumsunuz. Evet yetemediğinize dem vuruyorsunuz. Oysa sadece bir gülüp yahu dur be hallederiz bunu demenin o anlık neşesi yarın size apayrı bir güç olacak buna inanın. Bir çiçek bile alamadım; yerine bir parktan hazır bahar da gelmişken bir dal (daha fazlasına gitmeyin bir başkası da alsın ve hatta orada da kalsın) çiçek koparıp kapıyı çalın. Kapıyı hasretle açın ve unutmayın yolunu gene buldu o.


Çocuğunuza sarılın, ona almak yerine birlikte olarak eğlenmeyi yaşatın. Birbirinize daha fazla sarılın. Hepimiz yorgunuz unutmayın ve yorgunluklar en güzel tenlerin sıcağında diner.
Unutmayın, yenildik. Ama her yenilgi yeni bir başlangıcı da taşır ve geçmişe değil hayat yarına taşır geçmiş orada bir yerde kalır denemek değil yeni yaşamaktır as olan.



BU DA GEÇECEK. Buna inanın daha öncede geçti. Ha evet zor olacak, ha evet dünün borçlarını ödeyeceğiz. Bu kez hiç değilse bu kez artık yarına bir şey yapma zamanı. Deniz bitti. Gidilecek tek yer bu yurt. Hani terk edip kapattığımız evlerimiz gibi anayurda taşıdık.


Seçimlerimiz bizi yarına taşır hayata bakış acılarımız bunlarsa bizi belli bir siyasi yapıya sokar. Bu siyasi talebi en alt seviyeden mahalli düzeyden başlayarak örgütlemeli ve buna sahip çıkmalıyız.


Yemeğin önüme nasıl geldiği değil yemeğin hazırlanışı da önemli. Benim istediğim tarzda o yemek pişmeli ki o yemekten zevk alayım.



BU DA GEÇECEK. Hayat bu ve hayat içinde basit anlar var ve bu anların keyfine varın. Ha sayısı az evet ama az olduğu için güzeller unutmayın.



Kendinize, sevdiğinize, ailenize ve toplumunuza sarılın başkası yok. Yokluk inanın sadece boşluk…



BU DA GEÇECEK. Sahip çıkın.



Not: Bu yazıyı yazdıkdan sonra dönüp okumadım. İçimden böyle yazmak geldi ve yazdım.


kırkbeşliklerin savunusu nu okumak isterseniz tıklayınız



http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=97328




Yalın dan "Herşey sensin" i bulup dinleyin enteresan.

Read more...

diplerde

*Hayatın seni savurduğu yer, senin savrulmak istediğin yer olmayabilir. Dur ve bak; "buraya nasıl geldim"

*dünya batıyor iyi tutun, güneşle tek başına bırakacak seni.(haiku)


İzleyiciler

  © Blogger template Romantico by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP