Korkmayın açık denizlerde sizi batıracak dalga yoktur. Sığ sulardır hep bir tekneyi alaşağı eden. Kaybolmaktır en kötüsü denizlerde, fenerlere güvenin. Buyrun deyin lafınızı, lafla yürüsün peynir gemileri bu kez.





>> 27 Aralık 2008 Cumartesi

* MÜCRİM (SUÇLU) GÖZLER

Masal bir adamın dört bin dinara bir kız almasıyla başlar.

Bir gün adam gözlerini kızın üzerine dikti ve sonra göz yaşlarına boğuldu. Kız ona neden ağladığını sordu. Adam yanıtladı:"Öylesine güzel gözlerin var ki bana Rabbe ibadet etmeyi bile unutturuyor."

Kız yalnız kalınca gözlerini oydu. Adam onu bu halde gördü ve acıyla sarsıldı. "Kendine neden eziyet ettin? Değerini düşürdün." Kız şöyle karşılık verdi: "Bende bulunan hiç bir şeyin sizi Rabbe ibadetten alıkoymasını istemem."

Adam o gece, düşünde bir ses işitti. "Kız değerini sana göre azalttı ama bize göre arttırdı ve biz onu senden aldık."

Uyandığında adam, yastığının altında dört bin dinar buldu. Kız ölmüştü.


DÜNYANIN EN GÜZEL BEŞ DAKİKASI.

Gözlerimi aralıyorum.

Bir kozanın içindeyim. Sıcak. Pürüzsüz. Rahiyası başımı döndürüyor. Doyasıya içime çekiyorum.

Uykuyla uyanıklık arası bir yerdeyim.

Rüya mı gerçek mi ayırdına varamıyorum önce, sonra fark etmez diyorum kendi kendime, ikisi de bitecek nasıl olsa..

Mutluyum. Havada asılıyım.

Zaten hiçbir yerde olmak istemiyorum.

Zaman durmasın. Aksın saniyeler ziyanı yok.

Sadece orada, o anda, o kozanın içinde olmak istiyorum.

Beş dakika. Sonra dünyanın en tatlı uykusuna dalıyorum.


* Ahmed Eş Şirvani’nın masalı.
**İki yazının anlaşıldığı üzere birbiriyle ilgisi yoktur.

Read more...

Karanlıktan Notlar/Ellerim Çok Üşüyor Benim.......

>> 17 Aralık 2008 Çarşamba

Kelimelerin firarıdır sana bu....
Kelimelerim kendimden önce dökülüyor sana...Sussam diyorum, anlatmasam, ama kelimelerim içimden firar ediyor senin ruhuna....Susmalarımın bile anlamında oluyorsun, anlayamadıklarım da elimden tutan düş sokağındaki hüzün kokulu beklediğim... Sen,söyleyemediklerimi ve bilmediklerimi de biliyorsun... Kelimelerimi sen yazmış gibi...
Gene bir düşüşte, düşüyor yollarımız birbirine....
Nefesini ekliyorum nefesime...Her solukta sen oluyorum, her solukta ben oluyorsun,tırnak uçlarımdan saçımın teline değin...Seni atsam diyorum içimden, olmuyor...Gene sana düşüyorum her yolun başında...Canım ne kadar yansa da uslanmıyor işte hala düşüşlerim...
Hüzün batıyor gözüme....yoksa ağlamam ben...
Gözümü her kapattığımda göz kapaklarıma batıyor hüzün.İşte ondan sebep bulaşıyor değdiği, gördüğü her şeye...Bir polen salgınında kaçmış olmalı gözüme hüzün...Bi ilk baharda...bir ilkbaharın sonu olan yollarında, gidenlerden arta kalırken...
Ben değil, hüznüm ağlıyor gözlerimden...Yaş değil, yaşam akıyor gözlerimden... “Ben ağlamam” diyorum ama hüznüm “ben ağlarım” diyor...O beni dinlemiyor....Ne zamanki emaneten zannederken, beni kandırıp, asli yerleşti gözlerime hüzün, o zaman başladı kendi hükmünü sürmeye gözlerimde....
Ellerim isyanda...ellerim çok üşüyor benim....
Ellerim tüm köprüleri yakmış aklımla bağlantı yollarında...Kendini dinliyor ,kendini yazıyor,yüreğimden feyz alıyor...Ellerim bu sıralar yüreğimden bile çok üşüyor....Isınmak için çabaladıkça ben, eski bir yalnızlığın buzlarına dokunuyor parmak uçlarım....Hiç durmuyor, hiç dinlenmiyor...Kendine yükleniyor....Kendi yüklemini yazıyor....Ellerim çok üşüyor....
Ellerime mukayyet ol bu üşümelerim de....Yoksa yazacaklar şehrin en görünen meydanında bir duvara Devrim gibi senin adını...Ve diyecekler altına da isimsiz bir imza ile “Kurtuluşa kadar sen, Kurtuluşa kadar AŞK...”


Not: İnançlı bir Devrim sloganını, İnançlı bir aşk sloganına çeviren dosta teşekkürler..."Kurtuluşa kadar Aşk"....

Read more...

HAYAT ÇİZGİSİ

>> 15 Aralık 2008 Pazartesi

Gidişin
Bir bıçak kesiği gibi
Ani ve derin...
Bir yılan gibi soğuk
Sessiz
Ve sinsice...

Gerçekti.
İzde kaldı.
Yalanlar
Sözde...

Gerçek mi, yalan mı diye sordular günün birinde
Zaman dedim, uzatıp da avuçlarımı
Sadece birazcık zaman yağdı
Senden sonra ellerime...
Ve içlerinde yer edinemediğim bir hayatın
Çizgisi kaldı...

Read more...

ISSIZ ADA NİYE ISSIZ

>> 12 Aralık 2008 Cuma

Şimdi Kanbersiz düğün olmaz. Herkes ıssız ada filminden bahsederken susup oturamayacağım. Evet, sonunda ben de sosyal baskıya dayanamayarak seyrettim bu filmi. Evet bu bir aşk filmi.

Bana göre teması şu: “Aşksızlık yalnızlıktır.” Filmin erkek kahramanı kadar kadın da yalnız. Çünkü yalnızlık sevgiden yoksunluktur.

Adam, geçmişte yaşadıklarının etkisiyle ve bittabi kişilik olarak yalnız ve bohem bir hayat tarzını benimsemiş. Haz almak üzerine kurulu bir yaşam. Kadınlarla uzun süreli ve yakın ilişkiye girmekten kaçıyor. Çünkü ona göre aşk bağlayıcı düzenli bir hayatı temsil ediyor.

Aşk=Aile (mi?)

Oysa hayatın küçük zevklerini yaşamayı öğrenmiş biri o. Yaptığı yemeğin tadına bakan birinin yüzündeki haz ifadesi onu mutlu ediyor. Çalışanlarının üzerinde disiplin kurmakla birlikte onlara değer veriyor. Eski plak koleksiyonu var. Değişik kadınlarla ilişkisi var, kocasını aldatan ev kadınlarından, fahişelere kadar fanteziler üzerine kurulu bir cinsel yaşamı var. Nerdeyse hepsiyle uzun süredir görüşüyor.

Ada da aşktan kaçıyor. Neden terk edilme korkusu. Çünkü bütün erkekler onunla birlikte olup sonra sırtını dönüp gitmiş. Hiç bir erkek gerçekten onunla ilgilenmemiş, onu mutlu etmeye çalışmamış. Cinselliğe dayalı ilişkiler yaşamış hep. Aşık olmuş ve hep terk edilmiş.

Aşkta aradığını yine bulamıyor, terk ediliyor ve tercihi düzenli hayat, çocuk ve aileden yana oluyor. Sevmediği biriyle evlenip çocuk doğuruyor. Düzenli bir hayatı, çocuğu ve bir ailesi olmasına rağmen kendini yalnız hissediyor ve mutsuz. Yaşamını paylaştığı kişiyle yıllarca eski sevgilisini hayal ederek sevişiyor. Ada’nın kocasına karşı ne hissettiği meçhul.

Aşk=Cinsellik (mi?)

Adamın da kadının da hayatlarındaki boşluğu dolduran şey çocuklar. Kadın kendi çocuğuyla, adam yaninda çalışan birinin çocuğuyla yalnızlıklarını gidermeye çalışıyorlar.

Bir de filmde hiç görmediğimiz bir adam var. Ada’yla hayatını paylaşıyor. Ortak yaşamın getirdiği sorumlulukları ve zorunlulukları üstleniyor. E tabi bunun getirdiği mutlulukları da yaşıyor. Ada’yla ortak bir çocuk sahibi oluyorlar. Ada’nın bir işi, bir eşi, bir çocuğu, bir evi var. Kocasının da. O ne düşünüyor peki?

Aşk= Paylaşım (mı?)

Bence bu üç kişinin aşk anlayışları arasında çok sıkı bir çatışma yaşanıyor. Hepimiz sanmalar üzerine kurulu bir hayat yaşıyoruz. Aşkı zannettiğimiz gibi yaşıyoruz. Ya da yaşadığımız şeyi aşk zannediyoruz.

İçinde bir çok duyguyu barındıran bir duygu zenginliğidir aşk. Özlem, merak, nefret, öfke, haz, mutluluk, kıskançlık vs. vs. İnsanı duygusal anlamda çok zenginleştirir. Ve hayatımızın içinde ne kadar büyük bir yer kaplar, zaman ister, emek ister, özen ister, korunmak ister vs. vs. Aklımızın, duygularımızın, vücudumuzun tam orta yerine gelip kurulur. Bize gülümseyerek şöyle der. “Buradayım. Buradayım. Beni gör.”

Şimdiiiiii soruyorum. Sizce aşk nedir arkadaşlar? Nasıl yaşanır? Bu iki kişi bir araya gelebilir miydi? Bilemiyorum. Sadece düşünüyorum…

Not: Sevişme sahnesi biraz daha görsel estetik taşısaydı keşke.

Read more...

Karanlıktan Notlar/Tarihi yok....

>> 10 Aralık 2008 Çarşamba

Kattıklarına aldıklarına bakmadan anı yaşıyorum şimdilerde....
Şehrin karanlığında sokak aralarının günahına batıyorum...küfürbaz biri oldum canım her yandıkça...susmaktan vazgeçtim...avazım çıktığı kadar bağırıyor yalnızlığım...bi boş vermişlik balonu var elimde ha patladı ha patlayacak...An ise etrafımda dolanan şımarık bi çocuk...kaçıyor benden yakalayamıyorum zamanı......
Eksilirken sen benden, ben seni içimde çoğaltıyorum...
Ne kadar eksilebilirim ki kendimden daha...ne kadar kaçabilirim sonum olanlardan...ve ne kadar gizleyebilirim ki gerçekleri taş duvarların yalnızlığında...doğduğumuz gün artıyoruz hayata ve her gün çoğalıyoruz acımızla tatlımızla...tek eksilişimiz ölüm oluyor hayatın eski gardolabından, kapağını açmaya korktuğumuz...
ne kadar gitse de bedenin uzaklara, ne kadar gitse de bedenim uzaklara, kaç şehir geçse de arada ,kaç ülke değişse de , kaç deniz aşılsa da , kaç ıssızlıkta kalınsa da , zaman kendini unuttursa da eksiltmiyorum seni içimde...çoğalıyorsun her yeni güne...
unutulduğunu zannettiğin yerden başlıyorsun hayata tekrar kısa bi merhabayla.....
hiç bi şey unutulmuyor..ne sen, ne ben, ne zaman ne de yaşam...ve hiç bişey kaybolmuyor hafıza da, yürekte, bazen üstü küf tutsa da duruyorlar işte o kabuk altında...hadi canım diyorum “hepimize geçmiş ola”....
sebep yoktu ki sonucu olsun...bu defa sonuncusu olsun
sebebi yoktu bunca zamandır kendimden düşüşümün şimdiyse sebebim oldu düş sokaklarının ışıksız geceleri...bi yalnızlık istasyonun da tek başıma zamansız bi yolculuğun hazırlığındayım...ne gitmeye hevesliyim aslında ne de kalmaya...elimde kendi tarihimin anıları var sığmayan bavullar dolusu...giderayak çözüyorum zihnimin bekletilen bilmecelerini....
tarihini unutuyorum ilk gözüme düşüşünün.....
bakma sen benim kendi tarihim dediğime tarihim yok benim...bi doğduğum gün yazılmıştır hafızama...ne acılarımı sığdırabildim zamanın bi odasına ne de sevinçlerimi...tarihi yok benim yaşadıklarımın ondandır hayatımdan kaldıramayışımın...ne başını bilirim ne sonunu...bitmeyen bi nehir ömrüm tıpkı kelimeler gibi... bilmem kaç bahar geçmiş hayatımın üstünden, bilmem kaç defa güneşe dönmüş yüzüm, bilmem kaç kar fırtınasında kangren olmuş yüreğim, aklım...
tarihim yok benim bedenim yaşsız bi kadavra..... “hadi canım hepimize geçmiş ola” balon bu ha patladı, ha patlayacak.....

Read more...

Mühim değil

>> 2 Aralık 2008 Salı


“Mühim değil” ne hoş bir laftır ne çok kabulleniş. Pek sever oldum ben uzun zamandır bu lafı. Çok kibarımdır o ayrıııı…. Ama kibarlığımı bir kenara bırakırsak aslında evet artık mühim değil ki ayağıma basılması, mühim değil damarıma basılması. Kızdıklarım yeter, kızmadan yaşamaya da bir yerden başlamalı. Sakarlık işte ayağına basılması, damarına basılması bir anlık gaflet. Asalım mı yani durduk yere.

Affetmeyi öğrenmeyi neden hep erteledik ki, karşımızdakilere yer açmak yerine alanları daraltarak ayağımızı ayağın altına sokup,"aha ayağıma bastın”suçlusun işte demelere ve bunun savaşlarına niye çıktık ki. Basit gençtik… Basit insandık… Basit hepsinden öte ben eksende yaşar olmaya alışıktık…

Yanıldık…

Mühim değil…

Öğrenmek işte böyle bir şey…


Hayatın aslında yaşama sanatı olması ve bu sanatda, hayatın içindekilerin tek tek önemli ve hepsinin aslında nasıl kırılgan, nasıl yitirilir olduğunu bilerek yaşamaya başladığınızda; hayatın bir gözünü daha öğreniyorsunuz. Kimse ve hiçbir şey kalıcı değil. İşte ta bu yüzden de o kadar önemliler ki, her bir geçirilebilen ân. Yaşasın bu gün de var işte. Yarın yarının sorunu, bu gün sahiplenerek yarına bir yol açtım. Yarın ise…

Mühim değil, bu gün vardı…


“Dip not: Ey benim öfkelerimi çalıp Karadeniz sahilinde kendine hayat kuran adam, Allah tependen baksın. Hayır azıcık kızmam gerekiyor kızamıyorum yahu. Hayır mühim değil biliyorum ama kardeşim bu kadarı da vurdum duymazlığa girmeye başladı… Tez elden bu işe el atıla. Karadenizden hırcın iki dalga kap gel .Bak bir 70'lik söyledim yanına lakerda, az ciroz, beyaz peynir. Balık çpazarındaki masada bekliyorum.

Read more...

diplerde

*Hayatın seni savurduğu yer, senin savrulmak istediğin yer olmayabilir. Dur ve bak; "buraya nasıl geldim"

*dünya batıyor iyi tutun, güneşle tek başına bırakacak seni.(haiku)


İzleyiciler

  © Blogger template Romantico by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP