Korkmayın açık denizlerde sizi batıracak dalga yoktur. Sığ sulardır hep bir tekneyi alaşağı eden. Kaybolmaktır en kötüsü denizlerde, fenerlere güvenin. Buyrun deyin lafınızı, lafla yürüsün peynir gemileri bu kez.





Turuncu

>> 30 Ekim 2008 Perşembe

Hani bana ağladığım bir akşam dinlettiğin o parça varya. Niye diye sormamıştın bile. Dinle demiştin hayatın ritmini bulacaksın onda. Sonra susmuştun. Beni gözyaşlarım ve melodiyle başbaşa bırakmıştın.

Hayatın ritmini düşündüm.

Mutluluğun içinde hüzün, aldıklarının içinde kattıkları, ard arda gidenleri ve gelenleriyle, düşerken anlaşılan, yükselirken kanatan hayat.

Sevmekten yorgun düşmek..

Yarasını dağlamak için kor ateşlere attığımız yürek..

Bir bebeğin öpüşünde sondürdüğümüz yangın..

Yangınımızı söndürmek için sığındığımız bedenler..

Sıcağında barınamayıp kaçtığımız sevgiler, sevgililer..

Yanmalarımız.

Kabuslar beynimizi kemirirken ve yanlızlıktan öleceğimizi sanırken uzanan sıcacık bir dost eli.

En kırılgan anımızda acıdan öleceğimizi sanırken, sarılışıyla hayata döndüğümüz sevgili.

Maviliğin içinde yok olacağımızı sanırken beliriveren o turuncu yansımalar.

Hep orda olacaklar sanırken bir anda kaybettiklerimiz.

Sanmalarımız.

Yaşamın ritmi.. Hep bir yürek titremesiyle seyreden bir alçalıp bir yükselen ama bütünüyle güzel, böyle olduğu için güzel.

Solo gitarın melodileri odaya dolduğunda hissettiğim, dokunmaktan, öpmekten, sevişmekten öte bir şeydi. Elini uzattın yüreğime dokundun. Buradaydın. O kadar sendi ki. Nefesini hissettim.

Gözyaşlarım yanağımda kurudu. Defalarca dinledim. Hayır omzuna yaslanıp ağlamak istemedim. Yanında olmak da istemedim.

Zaman ve mekan yok olabilir mi?

Mesafeler bu kadar kısalabilir mi?

İnsan birini yanında hisseder mi bu kadar? Bu kadar bir olabilir mi?

Ve insan yanlızken yanlızlıktan bu kadar uzak olabilir mi?

Sadece bir şarkı bunu başarabilir mi?

Read more...

giderken

>> 17 Ekim 2008 Cuma


Yağmur yağdı bu sabah şehre
Yollar varamadı.
Hani güleç yüzlü bir gazeteci vardı
Beylerbeyi çıkışında.
Simitle su satıyor artık.
Her şey değişiyor…

Gülen yüzü niye değişmemiş?

Read more...

aç parantez kapa parantez

>> 15 Ekim 2008 Çarşamba


Bir gece vaktiydi zaman,
Othello’nun son çığlığıydı sayıklamaları.
Bildik bir tiradın ben ağızlarında
“O” üçüncü şahıs öznelerine bulandı.

Bir kız ağladı peşi sıra
Bir oğlan koca kara gözleriyle baktı
Anlamadı,
Bildi, gidilmeliydi.

Öylece bir gece vakti
Bir valiz hazırlığında tükendi
Tüm gelecek zaman
Tümüyle de geçmiş zaman

Bir ağızda tükürüldü
Ben sen ve biz olan
Alındı tene kim varsa yaralara yarayan.

Bir kedinin bokunu temizlemesi gibiydi
Apış aralarındaki zevkin yaralarını yalamak
Öylece geçti zaman
Bir gece vaktiydi

Yılların sadece sorgusuz sonucu
Kimliksiz telefonların
Aynalara aksiydi

İşte öyle çok da bildik bir öyküydü aslında
Bir zaman,
Bir hayal
Bir sevgi
Bir ( )

Read more...

KABUL


Konuktu baktığım yerde
Kanadını açmış öylece uçuyordu
Ben başka bir yere bakarken
O kalıp gitti…

Hayatımdaydı
Kanatlarındaki rüzgar
Ben deniz feneri ışığında arardım
Dönmelerimi.

Al vur şimdi çıkmaz yollara
Vur kendini bilmediğin limanların
Dipsiz kahır gecelerine.
Konuk et kendini bir tenin sıcağına
İnkâr et üşümelerini.

Sonra kal kendine
Bir ada edasıyla
Gelip giden gemilerin ardından
Bekle.

Konuktu oysa
Nefesim gibi
Benden gitmeye hazır
Kabul.

Read more...

KAPI-3

>> 8 Ekim 2008 Çarşamba

KABULLENME

“Daha geçen gün bir anneye rastlamıştım. Bir yıl dedi. Bir yıl dayanabildim. Baktım ki çıldırmak üzereyim çocuğumu anneme bırakıp işime geri döndüm. Benim kızım bakıma muhtaç bir özürlü. 11 yıl oldu. Çok küçük ilerlemeler oluyor, ama ben artık neyi hedeflediğimizi bile unuttum. Artık onun bu terapiler ve eğitimlerle acı çekmesini istemiyorum. Ben tedaviyi reddediyorum”. “Biraz daha deneseydiniz. Ama tabi yine de siz bilirsiniz. Umudunuzu yitirmeyin”. Merkez sorumlusunun yüzü allak bullak oldu.

“Umudumu yitirmiyorum, sadece olmayacak şeyleri umud etmekten vazgeçiyorum. Çocuğumun fizyoterepisti, eğitimcisi bakıcısı değil, onun sadece annesi olmak istiyorum artık. Ve inanın bu beni onun yürümesinden daha mutlu edecek. Kızımı da. Tedavilerle uğraşırken onunla nasıl yaşayacağımı unuttum. Anneliği unuttum. Ben uyum sağlamak istemiyorum artık. Dışarıdakiler bize uyum sağlasın”.

İçinde üzüntü, yüzünde rahatlamayla dışarı çıkmak üzere ayağa kalktı.

“Of Allahım 11 yıl oldu. Hala yürümüyor bu çocuk. İlla inat yapacak. Yürüyebiliyor terapide halbuki. Geçen sene arabamızı sattık onun yüzünden. Kocam da ne kadar anlayışsız. Nerdeyse boşanacağız. Bu merkeze yakın bir yere taşınalım dedim kıyametleri kopardı. Anlaşamıyoruz onunla”.

“Mert dik dur. Adım at. Hadi annecim adım at”. Mert gözlüklerinin üstünden etrafına bakındı, adım atmadı bekledi, bekledi. “İstemiyorum. Yürümek istemiyorum. Yorgunum”. “Mert beni sinir hastası ettin. Yürüsene oğlum. Okulun bahçesinde koşabilmek için önce yürümen gerekiyor. Yoksa top oynayamazsın”.

“Zaten tüp bebekti Mert. İkinciyi de yapamayız.Polis olmak istiyor babası gibi. Oğlum çok akıllı, okulda yaşıtları gibi nerdeyse, biraz tabi biz destek oluyoruz ama olsun. Yaşıtları gibi olabilir. Zaten onlardan pek de bir farkı yok ki. Bir yürüse. Az kaldı ama. Terapiye cevap veriyor. Çaresizim başka ne yapabilirim. Onun normal bir hayat sürebilmesi yapabileceğim başka bir şey yok. Ama ne kadar normal olacak kimse bana bunu söylemiyor.”

Kadının üzüntüsü o kadar derinleşmişti ki artık onu hissedemez olmuştu. Oysa baktığınızda hüznünün sadece yüzünü değil bütün vucudunu da kapladığını fark ederdiniz. İçeri girmek için çocuğuyla birlikte adım attı.

İki kadın kapıda karşılaştı. Hayatı ağır çekim yaşamayı çoktan öğrenmişlerdi. Kalabalığın ortasında kocaman iki yalnızlık, gülümseyerek birbirlerine yol verdi.

Read more...

Gitsem!..

Bir yer olsa gitsem!...Cebimde beş taşım!...

Avucum kadar bir şehre gitsem…El kadar olsa kederleri…İçinde kaybolmayacağım sokaklarında yeniden büyüsem o şehrin…Hangi yöne gidersem, hep denize çıksam…Sabah pancar motorunun pat patıyla uyansam…Gözümü açtığımda, ilk yosun kokusunu duysam…Koltukaltında gelen ekmek çıtırtısıyla irkilsem…Kalktığımda çiçekli elbisemi hevesle giysem…Süt koksa nefesim… Güneşe banar gibi bansam ekmeğimi, yağda yumurtanın sarısına…Sadece ekmeğe aç olsam…Ruhum tok uyansam…Telaşım bir tek balıklarla sohbete gecikmek olsa...Geçtiğim sokaklardaki kadınlar ağız dolusu gülse…Bana da öğretseler memelerimle gülmeyi… Çocukların kirli suratlarını öpsem…Sümüklerini kollarına silseler, gülsem…ve uzun eşek oynuyor olsalar uzun uzun…Akşama babalarına şikayet etse kadınlar…İnsem bir kıyıya üç beş hüzünlü şiirle…Yüzünü güneş kavurmuş adamlarla çay içsem…Çizgilerinden öğrensem hayatı…Onlara bayram merasiminde çocuk gibi, titreyerek okusam yazdıklarımı…Gülseler..biraz daha çatlasa yüzlerinin toprağı…Ellerim nasır tutsa akşama…Gerçek kesiklerimden, görünür kanasam…Evde elime eski bez bağlasa sıcak bir ten…Balıkların ölürken, tutanlara hayat öğrettiğini hatırlasam…Hatırlatanı yanımda bulsam…Çiçekli perdelerimi kapatsam…Beyaz patiskaların lavanta kokusu uykumu getirse…Pirinç bir karyolaya gönüllü girsem…Kaneviçe işli yataklara yapışsam…Nakışlı uyusam…

Bir yer olsa gitsem!...Yanımda kalbim!...


ATEŞE DOKUNUR GİBİ DOKUN BANA…
KORKMA!…
GÜZÜM BEN ASLINDA…
KENDİ YANGINIMDA SOĞUDUM…
BENDEN BAŞKASI YANMAZ BENDE…

Read more...

günaydınım

Sen benim küçük mucizemsin
Bir ılık dokunuş rüzgar tenli
Geçip giden.

Ziynetim di adın adıma eklenmiş
Nereye kadardı ki dün.
Uyuyabilinmiş mi ki gecesinde
İyi uyu canım içi denmeden.

“Taş duvarlarda gün ışığını yakalama uğraşında
Uykulardan bir haber yatışlar.
Günü karşılamaya bi haber
Günaydın canımla başlamayan cümleler.”

Haydi red et
Zamanın seninle geçenini
Vaz geç ve git ötelere
Haykır…

Bir kulaktadır
Duvarlarında yankılanmaz sesin


Şaşarsın.

Read more...

Kumpanya

>> 7 Ekim 2008 Salı

Dün, Beyoğlu'nda bi kumpanyaya rastladım.Semtin adına yakışmayan, beyinsiz oğlanlar, kadının çevresinde toplanmıştı.Etrafta, arenada kadının kanını görmek isteyen, yığınla hemcinsi vardı.Şehvetten ve acizlikten kudurmuş Romalılara benziyorlardı.Yanyana dizilmiş, salyalı, sümüklü kadınlar, erkek zaferinden, bayrakla çıkmayı ister gibiydiler.Etraftaki adamlardan, daha fazla kan kokuyorlardı.Acıyla beslendikleri, basenlerinden belliydi..hayatları boyunca, kadın programlarında eğlenmişler şimdi, gerçeğini seyrediyorlardı..

Onlar görmedi ama, tükürdüm kürklerine..

Beyinsizlerin ortasında, bir kadın etini kesip, hepsine birer parça veriyordu.Aç adamlar, doymak bilmez bir iştahla, kadın eti yiyiyorlardı...

Canım acıdı! gözgöze geldim kadınla..Cesaretle gülümsedi sanki bana..Tam; "yapma, acıtma artık canını, kesme etini" diyecek oldum, elini, sol memesinin altına götürdü.."korkma, asıl olan duruyor" der gibiydi..

Daha cesur duruyordum kadının solunda..Etini kestikçe, gülüyor, adamlar hırsla kadına bakmadan, verdiğini bitiriyorlardı..(kürklü zavallılar alkışlarken...)Kaç saat geçti hatırlamıyorum.Şölen bitmişti!Kadın kalktı, eteklerini silkeledi, hiçbir yeri eksik değildi.Tüm şaşkınlığımla, elimi uzattım, iskelet olmuş adamların üzerinden atladı..

Kenarda eğildi, yerdeki adamlardan birinin kaval kemiğini aldı, dişlerinin arasına soktu, sonra bana döndü;
_"bu, bir ara ağlar gibi olmuştu,o kaldı dişimde" dedi...
Sonra, bekleyen şehvetli Romalı hemcinslerine döndü;
_"bu gecelik bu kadar!..hadi herkes kendi kederine" dedi.

Sonra, o ve ben tünele doğru süzüldük...

Read more...

Halbuki Herkes Kadar......

Halbuki herkes kadar insanmışız işte....

Var zannettiğimiz yüreğimiz aklımızın bir yanılsamasıymış...Aklımızsa birilerinin yarattığı basit algılamalar sistemi toplamıymış...

Herkes kadar yaralarımız varmış hayata ve yaralarımızın mütemadiyen koparılan kabukları...

Bazen bir el uzanmış karanlıkta ki elimizi tutmaya, bazense daha da karanlığa itmek için uzanmış o el bizim karanlığımıza...Herkes kadarmışız işte.....

Bazen en büyük acılar bizim zannetmişiz çaresizce kendimizi çarparken duvarlara, bazen de mutluluklarımızı sonsuz yaşamışız, son hesabı yapmadan.....

Kapılar olmuş hayatımızda. Ve her kapının ardında bir hayat...Bir çaba...Bir insan....Bazen kapılar kendiliğinden açılmış önümüzde , bazen biz açmışız kapıları olan gücümüzle, bazen de kapılar taş duvar.... Kimisinin içi kapının ihtişamı gibi, kimisinin kapısı ihtişamlı içi boş gibi, kimisinin kendi viran ama içi saray gibi...

Arada kendimiz girmişiz ardına kadar açılan kapılardan, arada birileri çekmiş bizi içeri...Bazen de zorlamışız asla giremeyeceğimiz kapıları...

Sonuç...Gitme vakti geldiğinde ayrılmışız oradan, ruhumuzun göç vakitlerinde... Bazen vakitsiz, korkarak....Bazen de atılmışız kapıların ardındaki hayatlardan...

Eşiklerimiz olmuş hiç aşamadığımız...

Halbuki ne korkakmışız içeri girmeye ne de cesur...Öyle arada bir yerde işte....

İnsanlığımızı büyük zannetmişiz, tanımadığımız kapıların kenarlarındaki gözlerin hayat acılarını duyarken...Bilmediğimiz coğrafyalarda yolculuklara çıkmışız o gözlerin izdüşümlerinde....Ama gelmemiş elden bir şey...

Herkes kadar insanmışız işte...

Yolları sevmişiz sonu olmayan, bekleyeni kalmayan yolları...Bazen düşünmeden sonumuzu biz vurmuşuz yollara...Bazen de kalmışız ve beklemişiz hep başlangıç noktasında....Halbuki gidende acı çekmiş, kalan da...

Oyunlar oynamışız yaş denen beden ölürken...Bazen mutlu, bazen mutsuz sonlu...İnanmak istemişiz hayata, dostlara, akımlara, aşka, dünyaya ama ve aslında en çok da kendimize...

Yasak olanı sevmişiz hep, girme denilen kapılardan girmişiz, geçme denilen yollardan geçmişiz....Kendimizi döke döke, kendimize kata kata....

Herkes kadar insanmışız işte...

Halbuki...

Yaşam bir kısır döngüymüş, sunulan hayatsa bir hücre...Hücreler etrafımızda çepeçevre...Bazen coşmuşuz da duvarlarımızı yıkmaya kalkmışız, bazen de yıkılan duvarların altında......

Arada bir can kırıklıklarımıza dayanamayacağımızı sanmışız da başkalarının onulmaz can kırıklarını gördükçe çektiğimiz acılardan utanmışız...Acılardan utanmamayı öğrenememişiz hala...

Uzak yıldızları sevmişiz hep, uzak olmayı, uzakta kalmayı....

Eksik hissetmişiz kendimizi hayata... İşte bu yüzden , bu yüzden tamamlamayı becerememiş hikayelerimizi...Tamamlamayı becerememişiz cümlelerimizi....

Halbuki herkes kadar insanmışız işte...Ne eksik, ne fazla....

Herkes kadar işte...Herkes kadar...Halbuki...

Hal....Bu...Ki...

Read more...

...

>> 6 Ekim 2008 Pazartesi

“Şu Kız Kulesi’nde akıl olsa/

Galata Kulesine varır/

Bir sürü çocukları olur”


Bedri Rahmi EYÜPOĞLU



Name

Bre Galata Kulesi bre
Bre boyu posu devrilesi
Kurudum yolunu gözlemekten
Gülgibi kısmetlerimden oldum
Almadın beni
Deryada kaldım
İki elim yakanda
Dilerim
Ne yaslanacağın bir omuz
Ne sığınacağın bir dulda
Çürüsün çıyan ömrün
Çürüsün galata kapılarında
Domuz!!

imza
Kız Kulesi



El Cevap

Bre Kız Kulesi Bre
Bre cadı aman
Sen kendi işine bak
Oynaş dur gelip geçen
Basma bayraklı serseri gemilerle
Bi daa
Öle mektuplar felan da yollama
Martılarnan
Bırak yakamı
Zaten bi yanın Selimiye
Selimler yesin bi yanını
Elimi sallasam ellisi
Saçımı sallasam tellisi
Namım yürür Pera’da namım
Bre kırk dalganın yosması
Sana mı kaldım

İmza
Galata Kulesi





Galata Köprüsü
(eski,yanan köprü)

Çökmüş suyun ümüğüne
Urumuna müselmanına
Kesmiş yolu
Uzatmış ayağını
Yakmış çubuğunu
Yeni Cami
Karşısında süngü takmış nöbetçi
Galata Kulesi kulağında karanfil
Haliç
Kuşağında hançer
Köprü değil it oğlu it
Külhan beyi

Read more...

Şiirizm(Orhan Veli'ye)

>> 5 Ekim 2008 Pazar

Bütün tayfa başüstüne! Aşiyan aborda..Mayna demir..Orhan zor durumda..rakısı bitmiş!!




Kaykılıp kalmış Aşiyan'da
Bi Omzu kuş
Bi omzu boydan boya yokuş
Neylesin
Onca akıllı akledemedikten kelli
Elcağızının yanına
Bi kadehcik ile bi şişecik koymayı
Neylesin Orhan Veli
Ey ahali
Burdan denize bakmak yasaktır
İkinci bir şiire kadar

Read more...

Deryaylak

Denize dururum seherin
El-pençe divan
İki masal bi hikaye okurum
Kuşlara
Daha balıklar uyanmadan
Hep zilzurna parasızlık
Bi çıkar yol sorarım martılardan
Tutup iki kadeh de denizden içsem
Bırakmaz hergele mavi
Yapışır yakamdan
Vardiya alır Cibali'de
Bir kehribar kız yarimdi
Kibritlerin çakmakların yaktığı
Kalem kalemdi parmakları
Çıkamıyor aklımdan
Bir gemi geçer Ümit Burnu'na
Basma bayrak ve it
Bir kara şilep ki
Bir karabatak gibi
Süzülüp geçen bu ümitsiz gemi
Ümit Burnu'na beni de götürmez mi
Yoruldum
Üsküdar'a tek kürek yaşamaktan

Read more...

Hüzün babam olur benim

>> 2 Ekim 2008 Perşembe

Selamünaleyküm Üsküdar
Bi kadeh rakı
Ben bi yokuşum şuracıkta
Kimseye karışmadan denize inen
Sağım Çarşı
Solum meyane
Yine çırak çıktım günden
Uzun etme
Bi kadeh rakı işte
Kayba kar derim ben
Rakıya yar
Bulanır göynü bembeyaz olur
Şıp ay damlar kalbime
Ay damlasın
Kalbim benim akılsızım
Git bi koşu bak bakalım kuşlara
Bak bakalım ne halt ediyor deniz
Git bi tren karşıla rast gele
Bi tren yolcula
Hoşgelişler et mendil salla ağla
Hep böyle çırak çık günden
Korkma
Hüzün babam olur benim

Mehmet Süreyya Timur

Read more...

içimin bayramlık halleri

Bayram dediğin, bana hep bir numara büyük kırmızı rugan ayakkabıdır!… Giydiğimde bana göre, dünyayı ala boyayacaktı. Nar gibi kızıl ve çoğul yapacaktı düşlerimi…Dağılmam çoğalmak olacaktı…Her bir benden, bin ben çıkacaktı…Bir macun çubuğuna dolamıştım kendimi…Canım nasıl isterse o gün, o renkti elimde tuttuğum hayat.. “Yeşili bol olsun” diyordum…O gün her yer yeşildi... Ertesi gün, rengim değiştiğinde itirazsız boyuyordu macuncu amca ömrümü... Rengarenk hayaller kuruyordum bir çubukta… Ayağımda bir okka pamuk, hayata meydan okuyordum!…Gökkuşağı halt ederdi ancak yanımda… Bastığım yerden gelincik çıkacak sanırdım... Ama, bir numara büyüktü ayaklarıma hayat!.. Bastığım gelinciklerin öleceğini geç anladım... Daha doğrusu, gelincik ömrünün kısa olduğunu, onların seyirlik zamanlara misafir geldiğini, ayaklarım büyüyünce öğrendim…

Ağzımda akide şekeri gibi eriyecek bir ömür hayal etmiştim… Bitmesin diye çocuk diliyle hile yaptığım… Yutkunmayınca bitmez sanırdım... Dolayıp dururdum dilimin altında... O kadar geç anladım ki, dil altında değil, güzaltında bir hayatım olacağını…

Bir şey değişmedi!... Şimdi de hayat bir numara büyük geliyor. Hayat!... Doyasıya giyemediğim, arkasına pamuk tıkılmış bir ayakkabı aslında..… Belki de, sadece bu yüzden sevmiyorum bayramları... Tadı papucumda kalan suni bir sevinç!..

Hayat!...Ayağımdan çıkmasın diye çarpık yürüdüğüm, rengine bakmaktan taşı görmeyip düştüğüm… Dizelerim yara bere… Biraz kanlı yazıyorsam, anlayın!... çocukluktan kalma, kırmızıya meyilli harflerim…

Bayram demeyin bana!... Dağılıyorum!… Artık, benim için , çocukluğumu bıraktığım yapay el öpmelerdir bayramlar...

O bayramlardan kalma alışkanlık belki de? Hep bir numara büyük seçiyorum mutluluğu.., Bir tutam pamuk elimde...Sana biraz büyük "Kırmızı rugan bir ayakkabı kalbim!.."

Bu akşamsefalarının derdi ne ki günle?
Bildim bileli, konuşmazlar güneşle...
Gecelerimiz kalabalık...
Ot gibiyiz...
Hiç fesleğen kokmuyoruz artık...
Sevgilim, inan bana...
"Aşk" çok bukalemun bir kelime...
Kalbinle dokunmazsan, çıkmıyor aslı eline...
Ay bu gece kanamalı...
Ayhali olmuş diyorlar..dokunmamalı!...

Read more...

Kuş Bakışı

>> 1 Ekim 2008 Çarşamba


Bu yazı bir arkadaşıma ait, onun bir martının bir ânını paylaşmasının hikayesi. Bazen hayatlar işte hiç de sandığımız gibi basit karşılaşmalar değil ve bazen bitti dediklerimiz aslında bizi çok daha ötelerde bitişlere de taşıyabilir. Ân, ne kadar da değerli bir hazine…
Kaptanzade.



KUŞ BAKIŞI

Yaklaşık 20 dakika Bostancı Vapur İskelesi arkasındaki kayalıkların üzerinde o bizi seyrederken biz de onu ve arkasındaki muhteşem manzarayı izledik. Güneş henüz batıyordu. Konumuz ve konumumuz gereği güzel dakikalardı...Bizimle müziğimizi, sohbetimizi paylaştı. Hatta bir ara bizi dinlediğinden iyice emin olduk. Ona bakarken arkadaşıma martılarla ilgili başıma gelen komik anılarımı anlattım. Hasan- Hüseyin, Palaz - 1- Palaz - 2... Güldük...Sonra sıra bize geldi, "Nefes almak..." dedik, "Çok değerli..."Hasan Doğan uğurlanmıştı o gün. Allah rahmet eylesin, ondan bahsettik. "Hayat..." dedik, "Ne tuhaf..." nefes aldığın süreç kadar.Plan yapmamalı..Akşam rüzgarını içimize çektik, "İşte bu kadar." dedik, "İşte bu kadar.". ÂN YAŞANMALI, ÂNI YAŞAMALI! MARTHA bizi seyretti, arkası bizim baktığımız manzaraya dönük, yüzü bize doğru. İnsanlara, kıyıya, kalabalıklara bakıyordu. Arkasındakileri biliyordu nasılsa; deniz, balıklar, gökyüzü, kuşlar, bulutlar...Hepsi tanıdıktı, harikaydılar. Tanımadığı bizlerdik, anlayamadığı ve son kez baktığı bizlerdik, insanlar. Tam ayrılırken oradan, bir şey dürttü sanki, yanına gittim. Göğsünü kayalıkların üzerinden kaldırdığı anda fark ettik ki kan var; ayağından, göğsünden kurşunla yaralanmış.Arkadaşımla koşturduk ama malesef kurtaramadık. Çok üzgünüm, çektiğimiz bu fotoğraf onun keyfini çıkardığı son dakikalarıymış meğer...Sohbetimiz ortakmış. Konumuz ortak. Aynı anda o da düşünüyormuş Hayat gerçekten tuhaf.

Yaşam nefes aldığın ÂN kadar...


Türümüz adına ondan çok özür dilerim.


Çiğdem İrtem

Read more...

diplerde

*Hayatın seni savurduğu yer, senin savrulmak istediğin yer olmayabilir. Dur ve bak; "buraya nasıl geldim"

*dünya batıyor iyi tutun, güneşle tek başına bırakacak seni.(haiku)


İzleyiciler

  © Blogger template Romantico by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP