Korkmayın açık denizlerde sizi batıracak dalga yoktur. Sığ sulardır hep bir tekneyi alaşağı eden. Kaybolmaktır en kötüsü denizlerde, fenerlere güvenin. Buyrun deyin lafınızı, lafla yürüsün peynir gemileri bu kez.





Anlamak

>> 4 Mayıs 2008 Pazar

Olan bitenler seni rahatsız ettiğinde ve soğukkanlılığını yitirdiğinde, hemen kendine dön ve seni kızdıran olay bittikten sonra kızgınlığını daha fazla sürdürme; çünkü derinde yatan uyumuna ne kadar fazla sığınırsan kendine o kadar egemen olursun.
Başına gelenleri ve senin yazgında bulunanları yalnızca sev. Bundan daha uygun ne olabilir.”
MARCUS AURELIUS

Aurelius’un bu değişini hep gözümün önünde bulunduruyorum, ne zaman içimi kemiren ve bu kemirgenliğin öfkeye dönüştüğü anlarda hatırlamaya çalışıyorum. Oysa basit bir insanım; ben ne bir düşünür, ne de üstün düşünceleri olanım. Ama öfkelerin ne zalim sonuçlara da gittiğini bilenim de. Olgunlaşmak ve durulmak galiba böyle bir şey olsa gerek. Aurelius’u daha çok Hatırlamak…
Tezer Özlü’ nün Kalanlar’ını okurken ölmeye yol olan bir kadının ve yılları hep derin yamaçlarda seyretmiş bir insanın öfkelerini hissettiğimde ve bu öfkelerin olgunlaşmış bir ruhta nasıl yazıya süzüldüğünü gördüm.
Yazmak…

“Bazen bir şey yaşarken olaya dışarıdan bakıp, o olayı yazmak için yaşadığım duygusuna kapılıyorum. O zaman içimden bir ses, karşındakine haksızlık ediyorsun, diyor. Olmaz böyle bir şey, diyor. Olayın içine girmeye çalışıyorum. O zaman da kendime haksızlık ediyormuşum gibi oluyor. Böylece kendi özüm ve gözetimim (yazmak için) arasında gidip geliyorum.”T. ÖZLÜ

Bir yıl önce yazmaya oturduğum ilk günlerde, yıllar içinde vazgeçtiğim tüm düşünme ve değerlendirme süreçlerimden ne kadar uzakta kaldığımı, her yazdığımdan sonra daha fazla gördüm. Hata şu an daha iyi anlıyorum bir dostumun bana “sen bu değilsin kendine ne yaptığını görmüyor musun dediğinde”, ben buyum artık işine gelirse, diyen de benim çıngaraklı yılana dönüşmüş, sevgisizliğe dönüşmüş öfkelerimde, her şeyin dışında duruyor ve sürükleniyordum. Ne kadar hepimize özgü bir vazgeçiş aslında, sürüklenmek. Yıllar içinde bir takım yazarlar vardır ki insana hep bir ışık tutmuştur, Kafka da benim için hep öyle oldu ondan ayrı kaldığım o upuzun yıllardan sonra bir gün şu aforizmasını okuduğumda nasıl gülümsediğimi hatırlıyorum da şu an.

Belirli bir noktadan sonra geri dönüş yoktur. Bu noktaya erişmek de gerekir.
F. KAFKA

İnsan gün geçtikçe gelişen bir yaratık. Zaman asla onun için bir şansızlık değil aslında bir şans. Yüzündeki her derin oyuk, sacındaki her beyaz aslında yılların sana kattıklarının işareti. Fark edebilmek için işaretler aslında, doğanın bahşettiği.

"Düz bir yolda yürüyor olsaydın, tüm ilerleme isteğine rağmen hala gerisin geriye gitseydin, o zaman bu çaresiz bir durum olurdu; ama sen dik, senin de aşağıdan gördüğün gibi dik bir yamacı tırmandığına göre, adımlarının geriye kayması, bulunduğun yerin durumundan ileri gelebilir, o zaman da umutsuzluğa kapılmana gerek yoktur." F. KAFKA

Evet umutsuzluğa gerek yoktur. Ne yapabilirim ki benim dışımda, benim dahil olduklarım beni eğiyor ve bürüyorsa, ben sadece öğreniyorumdur ve bu süreçte verilecektir tüm sınavlar. Akıntıya kapılıp sürüklenmek değil akıntıya karşı yol alırken, sarılıvermek ve seni seviyorum iyi ki varsın dediğindir hayatın tüm umutsuz anlarına umut katabilmenin sihiri.
Behramoğlu ustanın öğütüne kulak vermek lazım.
Anlamak lazım…

İnsanlar
İnsanlarda Ülkelere benziyor
Sınırları var yüz ölçümleri
Yasaları var
Bayrakları ilkeleri
Kimi dağlık bir arazidir
Kimi kıraç
Kimi bereketli
Kimi dardır
Kimi engin göz alabildiğince
Kiminin sınırlarından sıkı pasaport denetimiyle girelebilir
Elini kolunu sallayarak girersin kiminden içeri
Sonuçta ne küçümse insanları kızım – oğlum
Ne de önemse gereğinden çok
Ama anlamaya çalış
Nedir ve ne kadar genişleyebilir yüz ölçümleri
Ataol Behramoğlu

Read more...

GÜL KOKUYORDU KARANLIK

>> 2 Mayıs 2008 Cuma

Kapkaranlık bir sahneydi karşımdaki. Bir Endülüs gecesini andıran gitar sesi vardı uzaktan ve sis…
Gülleri sevmem aslında ama kokuları hoştur ve gül kokuyordu karanlık. Gitarın tellerine hızla vurulduğunda sahnede bir ışık ve ışığın altında bir adam duruyordu.Elleri ceplerinde adım atmakla atmamak arasında bocalıyordu. Başı dik. Adam iki step yapıp durdu sahnenin ortasında. Adım sesleri bozdu karanlığı. Çok da kararlıydı bu iki adımın tınısı. Sonra durdu, başını çevirip ardına baktı gövdesi kımıldamadan, karanlığa.
Bir ışık daha yandı sahnede bir kadın zayıf, üstünde bir şal omzunun tekini örten. Ağzında bir gül. Sımsıkı ısırdığı. Kadın adama umarsız raksetti.
Adam hayretle izledi bunu. Olduğu yerde iki step yapıp kadının ilgisini çekti. Müzik durdu, kadın durdu...
Adama baktı kadın ve geri gitti adımları ama sürüyerek adeta gel diyerek. Adam bir adım attı ve durdu, kadın bir adım attı ve durdu. Hiç ses yoktu o an ve öylece durdular. Yorgun iki beden vardı ne yapacağını bilmeyen sahnenin ortasında. Kadın gülü biraz daha ısırdı dudağında diken yara açtı, adam yumruklarını sıktı. Durdu, durdukça yumruğunu daha sıktı.
Gitar gene çalmaya başladı, yumuşacık bir ezgiyi. Rüzgar katıldı bu armoniye kadının saçları dalgalandı, adamın gömleği. Adam bir adım daha attı kadın bir adım. Karşı karşıya bir birlerine deymeyen iki beden vardı. Işık birdi ikisi üzerinde. Adam elini kadının yanağına koydu kadın başını adamın eline bıraktı. Adam kadına sarıldı, kadın adama. Bir dans başladı

tangoydu sanki…
Ama değil, valsti…
Ama değil, sevişmeydi…
Ama değil, tutkuydu,
ama değil...

Kadın durdu...
Adam iki adım geriye çekildi...

Bir ışık daha yandı sahnede başka bir adam tüm bunca zaman karanlıktaydı ve oradaydı. Kadın adama tanıdık baktı. Bir adım attı adam, kadına paralel bir adım. Kadın durdu. Ağzından gülü alıp yere attı gülle kanı damladı yere iki kızıl lekeydi sahnede kan ve gül. Bir Endülüs havası vardı gecede sahne gene karanlığa büründü.
Gitar sustu…
Gül kokuyordu karanlık.

Read more...

ÖYLECE

>> 1 Mayıs 2008 Perşembe

Öylece oturuyordu kadın, bir başına. Yüzündeki hüzün rakısına düştü, buz niyetine. Gözlüklerinin siyah camını deler gibi karayı aydınlatıyordu öfkesi. Peynirini böldü ağzına götürdü zorla çiğnedi yutkunarak. Rakısındaki buza baktı ve kocaman bir yudum aldı…
Öğlen vaktini geçmişti zaman gün batışına erken, bir kadın X ve X bir adam X ve Y, arada bir adım yol Arnavut kaldırımı taşla bezenmiş ayrılıktı. Hepsi bu değil miydi Nevizade sokağına düşen hüzün. Yorgo sokağa baktı İmrozun kapısından gün çekilirken gecesine.
XY kaçamak baktı XX’e, rakısını yudumladı. Erik çıkmıştı bir bahar daha, hani kütür kütür ısırılası. Yüzdeki neşe gibi geçmiş zaman anlarının, bir sesin yaşasın dediğini duydu XY…
Bir gece önce olmayacak bir yerde olunacak biri bir espiri ile tabağının yanına bir erik bırakıp “iç bir büyüğü bakalım bir erik tanesiyle” demişti, güldü…
Nisan ayında yaza özenmiş bahar havasında XX, gözündeki gözlüğü üstündeki kalın montun tek bir düğmesini bile açmaksızın üşümekteydi. Gözleri en fazla üşümüştü, karşısındaki masadaki adama baktı. Kimdi o acaba?
- Bir başka hayat işte, dokunulması ilk sıcak umut, sonrası cemheri kış.
Ya değilse, ya o da ben gibi sadece ısınmak istiyorsa. Ben gibi sadece sokulmak hepsi hepsi…

XY, XX’e baktı, gene bakışında bakışa deymeme endişesiyle; ürkek…
- Ne çok üşümüşsün, ne çok anlamamışlar seni de değil mi.
Bir adım aralıktan insanlar geçtiler. Arnavut kaldırımı taşlarla bezenmiş yolda güneşin pırıltılarına basa basa. Derken güneşin pırıltısı meyhanelerin kevaşe aydınlığına büründü. Orospu bir geceye daha yola çıktı zaman. XX ve XY rakılarından birer yudum daha aldılar aynı anda. İki ses kaldı tüm yoldan geçenlerin pek mühim sohbetlerinden geriye iki usul usul fısıltı…

- Evet
- Özledim…

- Evet
- Özledim…

Yorgo kapısından baktı
- Bre almadınız mı daha boşları, sayıklamakta bre insanlar…

Read more...

diplerde

*Hayatın seni savurduğu yer, senin savrulmak istediğin yer olmayabilir. Dur ve bak; "buraya nasıl geldim"

*dünya batıyor iyi tutun, güneşle tek başına bırakacak seni.(haiku)


İzleyiciler

  © Blogger template Romantico by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP